7 Kasım 2023

Hasan Türedi

Büyükçekmece Sancaklar camisinde (Mart 2023)
"Rabbini çokça zikret" ayetinin önünde

Allah rahmet eylesin, güzel bir insandı. 2018 sonunda bu semte taşındığımız zaman tanıştık, Merhum Yaşar Hoca ile birlikte, Caddebostan Mihrimah Sultan Camisinde 15 yıl kadar hizmet ettiler. 2021 Ocak ayında Yaşar Hoca aramızdan ayrılmıştı, bugün de Hasan Hocamız rahmete kavuştu.

2022 Yaz başında kardeşleriyle hacca gitti, kendisini o zaman daha iyi tanıdım ve Kur'an muhabbetine, ibadet sevgisine, kul olma şuuruna hayran oldum. Mekke'den yazdığı birkaç satır ile bir yıl sonraki bayram tebriğine bakın:

Bir sene arayla iki bayram tebriği

Hacc dönüşünden az sonra çok sevdiği babasının cenazesine katıldım -- 12 Ekim 2022:
1. Mevlid yerine "Kur'an ziyafeti"
2. Vazife şuuru: "Sabah gelemiyorum"

İki ay sonra aniden rahatsızlandı ve 12 Aralık sabahı camiye gelemedi. Şikayet şöyle dursun, hastalığın adını bile söylemedi. 

Son fotoğrafı da çok sevdiği, hürmet ettiği büyük camide çekildi:

Hasan Hocam Ayasofya'da (Ekim 2023)
Rahmetullahi aleyh


31 Ağustos 2023

Bağdat Yolunda bir Mescit

M Akif Eyler 

Mihrimah Sultan Camisi (1560'lı yıllardan)

Bağdat Caddesinin adı nereden geliyor? Elbette eski "Bağdat Yolu" olmasından... Sadece Bağdat mı, aynı zamanda Hicaz yolu, Şam yolu, Kars yolu, Konya yolu, İzmit yolu... Bu isimle anılmasının sebebi, şanlı bir padişahın ordunun başında Bağdat seferine çıktığı zaman bu yoldan geçmesi.

Bağdat Yolunun başlangıcı

Seferler, hele sultanların katıldığı seferler beki üç beş tanedir. Lakin hac yolcuları her sene bu yoldan geçerdi, ticaret kervanları da... Böyle işlek bir yolun üstünde elbette sayısız çeşme ve mescit vardı. Mescitler unutulmuş ama pek çok çeşme halen duruyor: Ayrılık çeşmesi, Söğütlü çeşme, Selami çeşme, Çatal çeşme... Suyu artık akmasa da, çeşmeler semtlere ve duraklara adını veriyor.

Allah'ın bir lutfu, yol üstündeki böyle bir mescidin çok yakınında oturuyoruz. Mihrimah Sultan Camisi: Uzun süre kullanılmış, sonra unutulmuş ve kaybedilmiş, sonra tekrar ihya edilmiş. 1968'de liseye giderken mescidin yerinde açık hava sineması vardı. Buranın vakıf malı olduğunu, kullanılmadığı için "kamulaştırıldığını" sonradan öğrendik.


1970'lerde yakınımızda üç cami vardı: Galip Paşa, Zihni Paşa (istasyon), Reşat Paşa (Suadiye). Bunların üçü de Osmanlı'nın son yıllarında demiryolu yapıldıktan sonra inşa edilmiş. Yaklaşık 110 yıllık geçmişleri var. Söz konusu mescit ise 460 küsur yıl önce vakfedilmiş. Vakfiyesini görmek isterdim ama bulamadım.

Reşat Paşa'nın 1908'de yaptırdığı Suadiye Camisi

Turgut Özal devrinde Vakıflar Gn Md vakıf mallarına sahip çıkmaya başladı. 1984'de bir hayırsever tek başına burada bir cami yaptırmış. O zaman ilahiyat öğrencisi olan Hüseyin Saraç Hocamızdan o günlerin hikayesini dinlemek lazım: Mahalle sakinleri burada cami görmek, ezan duymak istemiyor. 3500 imza toplayıp projeyi durdurmaya çalışmışlar. Ezanı susturmak için genç hocayı tehdit etmişler, hatta rüşvet teklif etmişler, yeter ki şu ezanı duymasınlar.

Bugün camilerde ezan okunuyor, şükürler olsun... Fakat uyanık olmak lazım, şimdi okunması "hep okunacak" anlamına gelmez. Kullanılmazsa kesinlikle yine kaybedilir, sinema olur, AVM olur. "Allah korusun" demek yeterli değil, çünkü camileri cemaatler ihya ve imar eder. Sabah namazından başlayarak, cemaate katılmak hepimizin görevidir, camiler böyle imar edilir; aksi halde Allah bu yapıları korumaz, korumayacağını daha önce defalarca gösterdi. 

9:18 Allah'ın mescidlerini, ancak Allah'a ve ahiret gününe inanan, namazı kılan, zekatı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar ederler. İşte hidayet üzere oldukları umulanlar bunlardır.

M Okuyan yorumu: Burada geçen ya‘muru fiili, “imar etmek”ten ziyade “ömür vermek, şenlendirmek, ayakta tutmak, layık olmak” gibi yorumlanmalıdır.


İlginç bir not:

Google haritalarında camimizin adı yanlış görünüyordu. Düzeltme yaptım, kabul edilmedi. "Bu işyeri benim" diyerek camiye sahip çıktım. Sahibi olarak yazınca kabul edildi.



10 Ağustos 2023

Mesut UĞUR -- Otobiyografi

Mesut Uğur (kendi kaleminden)

Karın yolları kapadığı bir günde 1961 Şubatının ortasında Eskişehir’e 90 km mesafedeki Kadıkuyu köyünde çiftçi ve esnaf bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişim. Çocukluk yıllarım köyümde geçti. Ebeveynlerim 1967 de Ankara’da, 1969 da İstanbul’da yerleşseler de tatiller dışında 1975 de kadar onlarla olamadım. Köyümde  dedemlerde büyüdüm. Köyde okunabilecek son okul olan Ortaokulu 1975 de bitirdim. Köyde o zamanlar evlerde su ve elektrik yoktu. Suyu kovalarla taşıyorduk. Bahçedeki kuyunun acı suyunu hayvanlarımız içiyordu. Geceleri gaz lambası veya lüks denen aydınlatıcıyla oturuyorduk. Köyümüz canlı-hareketli merkez bir köydü. Pazar günü kurulan pazarına bir çok çevre köylerden insanlar alışverişe geliyordu. Suyu olmayan yer haliyle çoraktı da. Büyük düz ovamızda arpa-buğday yetiştiriliyor. Çocukluğumuzda biçerdöver henüz yaygın olmadığı için ekinler basit makinelerle veya tırpanla biçilir, delice denen araçlarla harman yerlerine taşınır, döven ile harman sürülürdü. Gün boyu sürülen harman üçgen prizma şeklinde yığılır, akşam rüzgârı çıkınca savrulurdu. Ağır olan tahıl taneleri yakına hafif olan saman biraz uzağına düşerdi. Biçerdöver yaygınlaşınca harman yerleri tarla oldu. Samanı patoz ile yapar hale geldik. Dedemin aynı zamanda manifatura dükkânı vardı.  Kumaş çeşitleri ve ayakkabı satılırdı. Her köy çocuğu gibi bende ailenin tüm işlerinde çalıştım.

Lise okumak için ebeveynlerimin yaşadığı İstanbul-Sarıyer’e geldim. Babamın minibüsü vardı. Tam Sarıyer lisesine kaydolmak üzereyken bir köylümüz Maçka Endüstri Meslek Lisesi giriş sınavları olduğunu söyledi. Sınava katıldım. Hem babamın hem de benim gördüğüm için bildiğim Torna tesviye bölümünü ilk başa yazdık ve sınavı kazandım. Kerpiç evden gelen birisi için İstanbul’un en güzel binalarından birine okumak için kaydolmak çok gurur verici. Lise 1 deki gerek atölye derslerini, gerekse teorik dersleri zevk alarak öğrendim ve lise fen kolu eğitimi kabul edilen Teknik Lise makine bölümüne geçecek ortalamayı yakaladım. Artık önüm açıktı. Tek biyoloji eksikti. Hocalarımız kaliteliydi. Ama ülke sağ sol kavgası yaşadığı bir dönemdi. Çok türbülans vardı. Siyasette istikrar yoktu. Her gün gençler birbirini öldürüyordu. Üniversitelerde boykot, iş yerlerinde grevler vardı. Galiba dünyada petrol krizi vardı. Biz 1974 de Kıbrıs barış harekâtını yapmıştık. Dünyayı etkileyen petrol krizinden ne büyüklerimizin ne bizim haberimiz vardı. Yemek pişirmek için kullandığımız tüp, yağ, şeker gibi temel ihtiyaçlar karaborsadaydı. Sabahlara kadar babamın minibüsü için akaryakıt istasyonlarında kuyruk bekliyorduk.  Sabahları okula babamın minibüsünde muavinlik yaparak geliyordum. Akşamları belediye otobüsü ile eve dönüyordum. Toplu taşıma çok zayıftı. Saatlerce otobüs bekliyorduk. Otobüsler çok dolu geldiği için tıklım tıklımdı. 1977 Haziranında meşhur Mansur Şahin Makine (MŞM –Limandaki vinçlerde görmüşsünüzdür) fabrikasında karın tokluğuna staj yaptım. Stajda Pendik ray hattı bağlantı cıvatalarını revolver tornada üretiyordum. Elektrikler bazen 4 saat kesiliyordu, üretim duruyordu.  O Haziran genel seçimler oldu ve Ecevit’in CHP’si Kıbrıs harekâtının rüzgârıyla birinci oldu ama tek başına iktidar olamadı. Güneş Motel’de yapılan toplantılarda Adalet Partisi’nden milletvekili transfer edip hükümet kurdular. Ülke çok kötü yönetildi. Yokluk, karaborsa, sağ-sol çatışmaları artarak devam etti.

1979 da lise bitince yazın üniversite sınav sonuçlarını bekliyorduk. Bir arkadaşım Milli Eğitim Bakanlığı’nın İsviçre için açtığı burs sınavını haber verdi. Sınava katılma şartı teknik liseyi en az iyi dereceyle bitirmekti. Şartı sağlayan 150 kişiyle klasik yazılı sınava girdik. Kazanan 8 kişiden biri oldum. 1979 Ekiminde Kurban bayramına 1 hafta kala adeta anarşi ortamından kaçarcasına İsviçre’ye burs sınavını kazanan 5 arkadaş gittik. İnsanın kendinden üstün medeniyete alışması kolay oluyor. Dünyanın en müreffeh ülkesi; zenginlik, kalitede, sanat, üretim ve ürünler, ticaret her yerde refah kendini gösteriyor. Üniversite okuyacak kadar yabancı dili yaklaşık 1 yılda öğrendik. 3 aylık sınav hazırlık kursuna gidip okuyacağımız üniversitelerin yaptığı sınavlara katıldık ve sınavı kazandık. Hassas Mekanik Mühendisliği okumak için gönderilmiştim. Okuyacağım okulu seçerken şehrin konumuna, kültürel durumuna baktım. Saatçiliğin merkezi olan ve aynı zamanda Avrupa’nın en büyük iki lisanlı şehri olan Biel-Bienne’deki mühendislik okulunu tercih ettim. Şehir aynı anda hem Almanca hem Fransızca konuşulan 55.000 nüfuslu bir şehirdi. Her caddenin, sokağın, kurumun adı hem Almanca hem Fransızca yazılıydı. Tüm kurumlarda Almanca-Fransızca konuşuluyor ve yazışılıyordu. Sokakta, market kasasında kim Almanca selamlayacak, kim Fransızca selamlayacak bilemiyordun. Ben sınava Almanca anadili olanlarla girdim. Sınav Ocak sonundaydı, okul Kasım’da başlayacaktı. 15 aydır ailemi görmemiştim. Bu arada Türkiye’de 12 Eylül askeri darbesi olmuştu. Nisan ayında Neuchatel şehrinde başlayacak Fransızca kursuna kaydolup 45 günlüğüne Türkiye’ye geldim. 1981 ilkbaharında bir ticaret okulunda 3 ay Fransızca kursuna gittim. Kurs bitip okul tatil olunca üniversite okuyacağım Biel-Bienne’e taşındım. Okulun açılmasına 4 ay olduğu için bir makine fabrikasına tornacı olarak işe girdim. Okul başlayana kadar torna ve taşlama tezgâhlarında çalıştım. Okul başladı. Sınıf iki lisanlı; yarısının anadili Almanca yarısının Fransızca. Hocalarda öyle. Anadili Almanca olan tahtaya Fransızca yazıyor Almanca – Fransızca anlatıyor; anadili Fransızca olan tahtaya Almanca yazıyor Fransızca ders anlatıyor. Sınıf zaten 20 kişilik küçük bir sınıf. Velhasıl ömrümün en güzel 4 yılı iki farklı dil konuşulsa da barış içinde yaşanabileceğini görerek geçti. O bölgede çalışan Türklerde vardı. Küçük bir mescidimiz vardı. Bizim Anadolu insanımız üniversite okuyana çok değer veriyor. Çok hoş günlerimiz, dostluklarımız oldu. Hep onların çocuklarına örnek olmaya, rol-model olmaya çalıştım. İlgi alanım sadece kendi okuduğum mühendislik olmadı. Sanat, seyahat, başka milletlerin kültürleri, yaşamları, davranışları görenekleri, olaylara yaklaşımları hep ilgimi çekti ve onları okuyarak, beraber yaşayarak öğrendim. İsviçreli arkadaşlar 5ci sömestir sonrası 4 ay askere gittiler. Yaz tatiliyle beraber 6 aylık boşluk oldu. O zaman şimdiki gibi kredi sistemi yoktu. Kimle girdiysen sınıfta kalmayanlarla beraber mezun olana kadar devam ediyorsun. Bu boşlukta 3 ay bir marangozda çalıştım. Boya yapılan ahşapları zımparaladım ve İngiltere’de en iyi kursa 3 ay gidecek parayı kazandım. Temmuz 1984’de Cambridge’te 3 ay İngilizce kursuna devam ettim. Hayatımda yaşadığım en güzel günlerdi. Gerek arkadaşlıklar, gerekse Cambridge’teki tarihi üniversite kampüsleri tek kelimeyle harikaydı.  İsviçre’ye dönünce okulun son iki sömestrinde uzmanlık alanı seçiliyor. Mikroteknolojinin mikroelektronik alanını seçtim. Elektronik ve programlama ağırlıklı derslerimiz vardı. Bitirme tezimi Elektromıknatıslanma üzerine yaptım. Türkiye’de okuduğum dalla ilgili yapılacak iş yok. MEB bir MYO okuluna hoca yapıyor, tecrübe yok. İsviçre’de kalmaya karar verdim ve iş aradım. 1986 başında Benninger tekstil makineleri fabrikasında çalışmak için iznim çıktı ve elektronik-kontrol mühendisi olarak AR-GE biriminde çalışmaya başladım. Dokumaya hazırlık makineleri kontrol sistemlerini geliştirdim. Bu arada kendimi geliştirmek için 1 sömestre haftada yarım gün bilgisayar ağları dersi aldım. 1988 de Cuma ve Cumartesi gittiğim yazılım mühendisliği mastır programına kaydoldum. 1989 da yazılım mühendisliği mastırı tamamladım. 1987 de Eczacı Fatma hanımla evlenip onu İsviçre’ye getirmiştim. Beraber kızımız 1989 da doğuncaya kadar 1,5 yıl bölgesel radyo Wil’de Salı günleri 45 dakika Türkçe radyo yayını yaptık. 1989 ortasında gene dünyanın en önemli tekstil makine fabrikalarından Rieter AŞ ye yazılım AR-GE mühendisi olarak geçtim. Orada 5 yıldan fazla sentetik iplik makinelerine proses kontrol sistemleri geliştirdim. Gerek Benninger AŞ de gerekse Rieter AŞ de geliştirdiğim sistemler tüm dünyada çalışmaktadır. Bu yazıyı okuyanlar mutlaka kullandıkları tekstil ürünlerinde benim geliştirdiğim sistemlerin katkısı olduğunu bilmelidirler. Bu arada bir tekniker okulunda 5 yıl mikro işlemciler tekniği ve dijital elektronik dersi verdim. 1992-1993 yıllarında İsviçre hükümetiyle beraber Türk gençlerinin meslek eğitimiyle ilgili bir programa katıldım. Türk gençlerinin meslek öğrenmeleri için onları yönlendirecek başta diyanet ve Milli Görüş imamları olmak üzere bir çok derneğe seminerler verdim, radyo programları yaptım.

1994 de 6 ortak İsviçre’de Eskon Teknoloji AŞ ve İstanbul’da Elmak Elektronik Makine AŞ yi kurduk. 1994 Eylül’ünde 2 oğullarımız oldu. Onlar 6 aylık olunca 1995 Mart ayında Türkiye’ye kesin dönüş yaptık. Elmak AŞ olarak bir taraftan farklı makineler geliştirdik, bir taraftan proses endüstrisine proses kontrol sistemleri geliştirdik. Gıda, su – atık su arıtma, kimya, demir-çelik, cam, mdf, gübre, hava ayırma, enerji, ulaşım, ilaç, kağıt, tekstil iş tecrübesi kazandığımız proses endüstrisi dallarıdır. Maalesef 2001 deki hükümetin beceriksizliği bir ekonomik kriz çıkardı ve o zamana kadar oluşturduğumuz bilgi birikimi neredeyse sıfırlandı, iş yapamaz duruma geldik. O krize neden olanların bir kısmının hala siyaset sahnesinde iddialı oyuncu olması ve taraftar bulması en garipsediğim olaylardan birisidir. O kriz benim sektör değiştirmeme, tıbbi cihaz ve malzeme sektörüne geçmeme neden olmuştur. 2002 den beri tıbbi cihaz sektöründe ülke ekonomisine nasıl tasarruf ettiririm ve sağlığını kaybeden insanlara nasıl daha fazla yardımcı olabilirim diye öğrenme ve öğrendiklerimi uygulaması içindeyim. Bu zaman zarfında gördüm ki sağlık sektöründe de ciddi hatalar yapılmakta; can kayıpları olmakta, pahalı ve uzun tedavi süreçleri oluşmaktadır. Dilimin döndüğünce bu kayıpları nasıl engelleyebiliriz anlatmaya, öğretmeye çalışıyorum. 2011 yılında yeni kurulan Bilim Sanayi Teknoloji Bakanlığına bakan yardımcısı danışmanı olarak teklif aldım ve kabul ettim. Bakanlığın sanayici ile arasında köprü olmaya çalıştım. Bu görevimi TÜBİTAK başkan danışmanı ve Cumhurbaşkanı Bilim, Teknoloji, Sanayi ve Yüksek Öğretim politikaları başdanışmanlığında danışman olarak devam ettirmekteyim.

Kendimi adadığım en önemli konulardan biri insan kaynakları planlaması ve meslek eğitimi konusudur. Bu konu aslında ülkemizin maalesef siyasetçiler tarafından algılanamayan en önemli sorunudur.  Mevcut insan kaynakları planlaması ve eğitim sistemi ülkenin rekabetçi ve müreffeh hale gelmesindeki en büyük engeldir. Ülke bu sorunu çözmedikçe orta gelir tuzağından çıkamaz. Bu soruna maalesef bileşik kaplar misali siyasetteki hiçbir parti tarafından doğru tanı konulamamakta ve çözüm üretilememektedir. Adeta tüm ülkenin ortak körlüğüdür. Sırf bu konuyu gündemde tutmak için ve bu sorunu çözmek için siyasete geç yaşta girmeye çalıştım. Çünkü bunun sorun olduğunu siyasettekilere söylemek onların bu işi idrak etmesini sağlamadığını yaşayarak öğrendim.

Hayatta en önemsediğim şeyler ise seyahat etmek, yeni insanlarla tanışmak, yeni kültürleri öğrenmek, sanatla-estetikle ilgilenmek, okumak ve yazmaktır. Bildiklerimi, gördüklerimi başkalarıyla paylaşmaktır. Diğer yerlerde gördüklerimi öğrendiklerimi kendi toplumunun görgüsüyle mukayese ve muhakeme ederek mükemmeli ortaya çıkarmaya çalışmak çok önemsediğim bir konudur. Bilginin paylaştıkça artacağına inanırım. Çok kültürlü yaşamı, birbirine tolerans ve saygıyı, insan haklarına saygıyı benimle beraber olan, dostluk yapanların benimsemesini çok önemserim. Bizlere kendi büyüdüğümüz toplumun ileri gelenleri tarafından empoze edilen bir çok şeyin tam doğru olmadığını yurtdışında yaşadığım zamanlarda başka kültürlerden insanları tanıyınca kendim tespit ettim. Denenmiş, huzur ve refah getiren, mükemmeliyetçiliği sağlayan güzel şeyleri alıp kendi hayatıma uygulamaktan hiç gocunmaz ve çekinmez bir karakterim vardır. Bağnazlıktan ve tutuculuktan iğrenirim. Teknolojik gelişmelerdeki hızlı gelişmenin sosyolojik alanda da olduğunu düşünürüm.  


Copyright © akcakocakulturplatformu.org 2016. Her hakkı saklıdır.


Ali Demir'in duası:
Ah be Mesut…
Rabbim Mekanını Cennet eylesin.
Cennette buluşmak ümidiyle. 


9 Ağustos 2023

“... Bize ne yakın ölüm ...”

Kıymetli dostumuzun ölüm haberi dün geceyarısı geldi:

Biraz önce aldığım bir habere çok üzüldüm, çok! Sevgili dostum, kardeşim, çalışma arkadaşım Mesut Uğur vefat etmiş.  Ah be Mesut abi, senin ölümüne çok çok üzüldüm, yüreğim yandı… seni çok özleyeceğim. Seni, seninle birlikte kalkınmış, müreffeh bir Türkiye hayalimize kavuşmak için yaptığımız yoğun çalışmaları, müzakerelerimizi, seyahatlerimizi… hiç unutmayacağım. Bir varmış, bir yokmuş! Herkes bilsin ki Mesut bey çok iyi bir insandı, çok kaliteli bir mühendis ve vatanını çok seven mümin bir insandı. Allah rahmet eylesin! -- Davut Kavranoğlu

Rahmetli Mesut Kardeşimiz, kısa bir ömre o kadar çok şey sığdırdı ki, şu mısraların haber verdiği ölümsüzlüğe ulaştı:

“Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm.
 Ölümsüzlüğü tattık, bize ne yapsın ölüm”

Rabbim rahmetiyle karşılasın


Dünya cennetinde ürün zamanı...
Burada ektin, Cennet'te biçersin

Kendi Kaleminden

Erkan Hocamın "Merhum kardeşimiz kendini çok güzel anlatmış, vizyoner bir mühendis, halis bir arkadaştı" diyerek gösterdiği sayfadan alıntılar:

Karın yolları kapadığı bir günde 1961 Şubatının ortasında Eskişehir’e 90 km mesafedeki Kadıkuyu köyünde çiftçi ve esnaf bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişim. Çocukluk yıllarım köyümde geçti.

Köyde okunabilecek son okul olan Ortaokulu 1975 de bitirdim. Köyde o zamanlar evlerde su ve elektrik yoktu. Suyu kovalarla taşıyorduk. Bahçedeki kuyunun acı suyunu hayvanlarımız içiyordu.

1975 -- Maçka Endüstri Meslek Lisesi giriş sınavına katıldım. Torna tesviye bölümünü ilk başa yazdık ve sınavı kazandım. Kerpiç evden gelen birisi için İstanbul’un en güzel binalarından birinde okumak çok gurur verici. 

1979 Ekim -- Kurban bayramına 1 hafta kala adeta anarşi ortamından kaçarcasına İsviçre’ye burs sınavını kazanan 5 arkadaş gittik. İnsanın kendinden üstün medeniyete alışması kolay oluyor.

1994 -- 6 ortak İsviçre’de Eskon Teknoloji AŞ ve İstanbul’da Elmak Elektronik Makine AŞ yi kurduk. [Köyünden çıkalı henüz 20 yıl olmamış]

1995 Mart -- Türkiye’ye kesin dönüş yaptık. Elmak AŞ olarak bir taraftan farklı makineler geliştirdik, bir taraftan proses endüstrisine proses kontrol sistemleri geliştirdik.

Köyde başlayan, İstanbul'dan geçip İsviçre'de gelişen ilginç bir bir hayat hikayesi, hepsini okumaya değer:
https://gozlemler.blogspot.com/2023/08/mesut-ugur.html


Bir soru ve kısa cevabı

Anılara Özlem Aslında Sonsuz Varolma İsteğinin Yansıması mıdır? 

"Aynen güzel insan, bir daha gelmez o günler. Şimdi her birimiz altmış yaşın altında ve üstündeyiz. Rüya gibi zamanda yolculuk olsa kişi başı yirmi otuz bin olsa gitmez miyiz o günleri tekrar yaşamaya bir saat bile olsa razıyım oysa hepsi hayal oldu." 

Evet, geçmişteki olumsuz anıları görmezden gelip, güzel anıları özlemle hatırlamak, aslında insanın fıtratında yani doğasında bulunan ebedi yaşama arzusunun, sonsuzluk isteğinin bir yansımasıdır. 

Nasıl ki, midenin varlığı güzel gıdaların da var olması gerektiğini gösterir, veya binlerce farklı tadı ayırabilen dilin varlığı o gıdaların binlerce farklı tadının da olduğuna işaret eder; aynen onun gibi, her insanın doğasında bulunan ebediyet arzusu, diğer bir ifadeyle sonsuz yaşama isteği, ileride sonsuz yaşanacak mekanların var olması gerektiğini gösterir ve oralarda sonsuz yaşam sürüleceğine işaret eder, hatta delil sayılabilir... 

Selam ve muhabbetle,
E.T.
------

Taziye mesajları


Ali Demir:
Ah be Mesut…
Rabbim Mekanını Cennet eylesin.
Cennette buluşmak ümidiyle. 


Erkan Türe:
Böyle hareketli bir mühendis, böyle meraklı bir insan, böyle derin düşünen bir beyine elbette uzun hastalık dönemleri yakışmazdı, Mevlam onu aramızdan erkenden alıp ebedi uykusuna yatırmayı takdir etmiş, bunda aklımızın ermediği bir hikmet vardır. Ne mutlu bizlere ki Allah'a, ahirete, Hesap Gününe ve ebedi hayata inanıyoruz. Yoksa bu kısacık, adaletsiz, sıkıntı ve imtihanlarla dolu dünya hayatının bitmesi, böyle güzel dostlardan mahrum kalmak, sevdiklerini "kaybetmek" ne kadar acı verici, ne kadar korkunç bir son duygusu verirdi. Mesut kardeşimiz SUR'a ikinci kez üfleninceye kadarki derin uykusuna (bizleri hüzünlendirerek) uğurlandı, bizler de zamanımız geldikçe aynı yolculuğu yapacağız, ama erken, ama geç. Rabbim bu güzide topluluktaki dostlara ve tüm sevdiklerine o dehşetli günde yüzü ağaranlardan olmayı nasip etsin, Mesut Uğur'u en güzel cennetlerinde ağırlasın.


Yaşar Tatar:
Benim sonradan tanıdığım ve sık sık olmasa da telefonla istişare ettiğim kıymetli bir ilim insanıydı. Bir ay önce digital patoloji ürünü tasarlayan firmayla görüşmemizi sağladı; ilk toplantıya bir cenaze dolayısıyla gelememişti, bu günlerde ikincisini planlamıştık, cenazesinde 😞 buluştuk. 
Kovit döneminde ısı-endotel hasarı-intersitisyel alan sıvı birikimi konusunda telefonda uzun uzun konuşup yoğun bakımcılarla görüşlerini paylaşmasına yardımcı olmuştum ama geleneksel tedaviciler galip gelmişti. Rahmet olsun.


Recep Artır:
Rahmetli Mesut kardeşimize, babamın vefatından dolayı Kasım 2021de yazdığı taziye mesajına teşekkürlerimi iletmiştim. Bana cevaben yazdığı, vefatından sonra okuyunca daha da hüzünlendiğim mesajını aşağıda veriyorum: 
"Allah sizlere sabır ve sağlıklı ömür nasip etsin Recep hocam. Babanıza ve diğer gelip geçen yakınlarınıza rahmet dilerim. Mekanları cennet olsun İnşallah. Hepimiz öleceğiz. En korktuğum şey anne ve babadan önce ölmek ve onların evlat acısı çekmeleri  Allah sıralı ölüm versin, kolay imtihanlar nasip etsin. Amin."
Vefat haberini alınca bu ifadeleri aklıma geldi, hissettiği gerçekleşti, Rabbim geride kalan ailesine  sabırlar ihsan etsin. Ben de iyi bir mümin, güzel bir insan, memleket meseleleri için düşünen, konuşan, yazan ve her platformda söyleyen iyi bir münevver olduğuna şehadet ederim. Allah rahmet eylesin.


Abdulkerim Kar:
Arkasından kendisini hayırla anacak, onun için Allah'tan rahmet dileyecek ve iyilerden olduğuna şahitlik edecek dostlara sahip olarak dünya hayatını sonlandırmak gerçek müslümanlara özgü bir hayat sureci olsa gerek. Allah onu cennet bahçelerinde Kıyamete kadar misafir etsin, hesap gününde rahmetiyle mükafatlandırsın.




1 Haziran 2023

Okuma Bayramı

Bir çocuğun hayatındaki en önemli hatıra, okumayı öğrendiğinin onaylandığı gün olabilir. Sanki birinci sınıftan mezun oluyor da başka bir okula başlıyor gibi... Bugün torunumuz Rüya Ada'nın okuma bayramına katıldık. Bir buçuk saat süren çok zengin bir program hazırlamışlar. Başta sınıf öğretmeni Hülya Korkmaz, emeği geçen herkesi kutlarım. Unutulmaz bir tören oldu.

Saygı duruşu ve İstiklal Marşından sonra okul müdürünün özlü konuşmasını dinledik. Müdür Bey sonuna kadar kalarak desteğini göstermiş oldu.

Sınıf Korosu üç parça söyledi:
* Annelere övgü "Koru beni anneciğim"
* Babalara övgü "Karizmatik babam"
* Andımız "Ne mutlu Türk'üm diyene"

"Türk'üm, doğruyum, ÇOK çalışkanım"

Alfabemiz: Her öğrencinin elinde bir harf, sırası gelen kendi harfini bir bilmece/tekerleme ile tanıttı. Mesela Ğ için "eşiğin ve beşiğin içindeyim." Sınıfta 28 öğrenci vardı, Z harfini önce göremedik, meğer en sona eklenecekmiş.

"Tekirdağ'ın tekiri... Trabzon'da hamsi..."

İngilizce şarkı: “Hello, how are you?” 
Hayret ettim, şarkı söylecek kadar yabancı dil öğrenmişler de haberimiz olmamış...

“Hello, how are you?” 

Çiçeklerin Hikayesi: Çiçekçi kız (Alin) çiçeklerine iyi bakıyor ve onları çok seviyor. Alıcılar gelince soruyor çiçeklere, "gider misiniz?" her seferinde HAYIR cevabı geliyor. Nihayet, doğru müşteri gelince gitmeye değer yeri buluyorlar.


Buğdayın Hikayesi: Sembolik bir canlandırmada iki çiftçi tohumları ekiyor ve sahneden çekiliyor. Fırtınalar, yağmurlar, yıldırımlar geçiyor. Nihayet güneş (Rüya) çıkıp etrafı ısıtınca buğdaylar canlanıyor ve çiftçiler seviniyor.

Tohumlar ekildi, fırtına ve yağmurdan sonra güneş çıktı...

Slayt gösterisi -- Hülya Korkmaz



Kafkas dansı: Altı kız ve altı erkek öğrenci mükemmel bir halk oyunu gösterisi sundular. Zor hareketleri nasıl öğrendikleri bir yana, bizden nasıl saklayıp da böyle bir sürpriz yaptılar? Buna da hayret ettim! Oyunun sonunda ellerinde bayraklarla meşhur türküyü okudular.

Halk oyunun sonunda "Hoş gelişler ola..."
Türkünün hikayesi 6 Ekim 1924 tarihinde trenle Kars'a gelen Mustafa Kemal Paşa, Kars Garında bu oyunlu türkü ile karşılanınca çok duygulandı. “Hoş gelişler ola" türküsü aynı gece yeniden oyunlu halde sunuldu. Ekibin başında Gülçehre Güldür (Askeran) oynuyordu. Türkülü oyunun sonunda koynundan çıkardığı Türk bayrağını Atatürk’e sundu. O geceden sonra bu türkülü oyunun sonunda hep Türk bayrağı çıkarılması gelenek halini aldı. Kaynak: “Hoş Gelişler Ola” türküsünün hikayesi!


Sınıf öğretmeni Hülya Korkmaz

* konuşmasında "Birinci sınıf öğretmenliği zordur..." derken, bir öğrenci "Öğretmenim acıktım" deyiverdi.
* belge ve madalya dağıtımı: öğretmen her öğrenciyi kucakladı ve madalyayı boyunlarına taktı.
* “Sonsuza” şarkısı ile program sona erdi.

"Birinci sınıf öğretmenliği zordur..."

Ses düzeni ve müzik de güzeldi. Perde aralarında, Barış Manço'dan Alfabe ve birkaç parça dinledik...

M Akif Eğler -- Rüya'nın büyükbabası

Artık Okuyorum


Teşekkür

Stajyer öğretmenim Sevde Nur Şakacı'ya;
Drama öğretmeni Irmak Subaşı,
Halk oyunları öğretmeni İhsan Dereli,
İngilizce öğretmeni Nurcihan Ekşioğlu,
ve organize eden Pınar Uzun'a;
Sınıf temsilcimiz Hanife Çolak
ve Müjgan Özgüllü'ye teşekkür ederim. 

Hülya Korkmaz -- Sınıf öğretmeni

29 Ocak 2023

Yaşarken dost... öldükten sonra?

Ali Demir, İTÜ

Müslüman dosdoğru olan ve sözünde durandır. Osman Kardeşim bir Müslümandı, dosdoğruydu ve sözünde dururdu. Onunla her sözleştiğimizde mutlaka zamanında önce sözleştiğimiz yerde olurdu. En son ameliyatları sonrası biraz iyileştiğinde Nezahat Gökyiğit Botanik parkına gitmeyi kararlaştırmıştık ama bir türlü gerçekleştirmemiştik. Ama birlikte bir bahar günü boğazda erguvanları seyretmek üzere Aşiyan Müzesi, Aşiyan mezarlığı, Japon Bahçesi ve Boğaziçi Üniversitesi kampüsünü ziyaret ettik. Osman’la gezme, seyahat fıtrata uygun bir gezi oldu hep. Zamanında sözleşilen yerde başlar, fıtrata uygun gezilir ve son derece huzur veren bir biçimde biter ve bir sonraki buluşmanın heyecanı ile vedalaşılır. Bu nadide gezide Aşiyan Mezarlığında, Yahya Kemal Beyatlı, Medine Müdafii Fahrettin Paşanın mezarlarını ziyaret ettik. Bir de en son burada defnedilen Teoman Duralı hocamızı ziyaret ettik. Bu mezarlık bir tarih, medeniyet müzesi aslında. 

29 Ocak 2023 Pazar günü Mavera Vakfında “Dostları Osman Arı’yı Anlatıyor” vefa programında yaptığım kısa konuşmada belirttiğim üzere ben Osman Arı’yı son 8 sene içinde tanıdım ama dost olmuştuk, kardeş olmuştuk, yoldaş olmuştuk, dağdaş olmuştuk, kampdaş olmuştuk. Ruhlarımızın uyuştuğu Osman kardeşimle çok sayıda kamp, gezi, seyahat ve sosyal faaliyette birlikte olduk. Hepsinde sıfır sorun ve maksimum uyum ve mutluluk yaşadım. Çünkü Osman kardeşim halis, samimi deruni bir Müslümandı.  İki ota yaş üstü insan birlikte aynı araç, içinde, aynı odada aynı sofrada 2 gece 3 gün geçirir de hiç sürtüşmez mi, yanınızda olan Osman Arı ise bu mümkün. Bu güzel seyahati “Tanrı Müsafiri, Gök Sofrası” olarak yazdım. Gerçekten de Osman kardeşimle birlikte Gök Sofrasında ağırlanmştık elhamdülillah. 

Osman, birlikte yaşadığımız günlerde bana hep güzellikleri gösterdi. İstanbul’un gizli güzellik hazinesi olan Atatük Arberatum’u beraber gezdik ve Allah yarattığı güzelliklerden sadece bir kısmını gördük, kaydettik. Ama Osman, bu dünyadan göçtükten sonra da bize yol gösteriyor ve islam medeniyetinin inceliklerini öğretiyor.

Osman Arı Arboretum'da

Şevket Hüner daha önce de yazmıştı ve Osman Arıyı anma programında da anlattı. “Hüsmen ve İbrahim amcalar, geçtiğimiz çarşamba Mehmet Saraç’ın kayınpederine vefat eden oğlu Osman Arı için Adapazarı’ndan kalkıp, Konya Ilgın’a taziye için gelmişler. Ertesi gün de Adapazarı’na geri dönmüşler. O günün gece yarısı Mehmet’in eşinin telefonu çalmış. Arayan İbrahim Amca “Yol arkadaşım Hüsmen’i kaybettik.” derken ağlıyormuş. Ecel, dönüş yolunda bir trafik kazası olarak tecelli etmiş. Hüsmen Amca, Adapazarı’nda trenden indiğinde karşıdan karşıya geçerken bir araba çarpmış ve oracıkta ruhunu teslim etmiş. Yol arkadaşı İbrahim Amca “Tutamadım, elimden kayıp gitti.” diye dövünüyormuş. Vefat sonrası öğrenildiğine göre Hüsmen amca, hanımına borçlu olduğu kişileri ve parasını emanet edip yola çıkarken “İnsanlık hali gidip de dönmemek var.” diye helalleşmiş. 75 yaşındaki iki ihtiyar delikanlı, oğlunu yitiren eski mesai arkadaşına telefonla taziye sunmayı kâfi görmeyip, trenle Adapazarı’ndan Konya Ilgın'a gelmeye erinmemiş. Hüsmen amcamızın son ameli, sıla-i rahim olmuş. “Eski mesai arkadaşının hatırı…  Acılı bir babayı teskin etmenin hatırı…” 

Bu dersi sadece ders olarak bırakmadım, ben de geçtiğimiz Cuma günü bir arkadaşımı yeni kurduğu fabrikasında ziyarete gittim. Gidiş yolu bir saat dönüş yolu bir saatten fazla sürdü, ama inanın değdi. Çünkü arkadaşım bu fabrikaya taşınalı iki yıl olmuş. Osman’ın dersi olmasaydı daha kaç iki yıl geçecekti belki?

Ali Demir

Osman Arı'nın objektifinde Ali Demir ve Arboretum



Anma toplantısında en hüzünlü bölüm kendi üflediği neyden "Göçtü kervan" ilahisini dinlemek oldu. 
   

Mimar ve Mühendis dergisindeki son yazıları:

Bu yazıların ilkine ve sonuncuya Gözlemler linki:

Zirve yazısını yukarıdaki linkten, ya da daha iyisi Mimar ve Mühendis dergisinin 117. sayısında arayın. 99. sayfada, yazının en sonunda şu satırı göreceksiniz:

Sırada bakalım kısmetimize hangi yüce dağ tırmanışı var?


Bu şaheser fotoğraf aynı derginin 116. sayısında