13 Kasım 2012

GÜLÜMSE

Banu Çalış
Marmara Üniversitesi

Birçok acı verici hayal kırıklığı yaşamış olabilirsin,
Güvenin açıkta kalmış, Sevgin kıymet görmemiş, Emeğin görmezden gelinmiş olabilir…
Dünyanın bir çok sahteliğini fark etmiş bundan acı duyuyor da olabilirsin..
Yaşamak gerçeği değişmiyor, sonlanmıyor her ne yaşarsan yaşa, fark etmişsindir..
Öyleyse kabul et her şeyi ve kendini affet, tüm bunca yıllar boyunca olup bitenler için, inandığın için, ikna olduğun için, haince planlar yapamayacak kadar iyi niyetli olduğun için kendini gönülden affet…
Her zaman elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmadın belki, ama yaptıkların o gün ki şartların en iyisiydi hep biliyorsun.. Bu yüzden eksik olan ne varsa, yarım olan ne varsa, söylenmiş ve söylenmemiş ne varsa affet, affet ki için kendiyle çekişmeyi bırakıp huzura kavuşsun..
Sonra tüm diğerlerini affet, olmaları gereken zamanda orada olmadıkları için, söylenmesi gerekenleri sustukları için, haklı veya haksız canını acıtan tüm cümle ve eylemler için onları da affet, unutma ki onlar da kendi şartlarının en iyisiydiler…
Bugün kendin için huzur dile, ve bu huzur kimsenin veya hiçbir şeyin varlığına, sevgisine, davranışına bağlı olmayan bir huzur olsun..
Acıyı ve mutluluğu aynı anda içinde saklayabilsin bu huzur..
Dünyayı değiştiremeyeceğini bilsin..
İyilik kadar kötülüğün de variyetini kabul etsin..
Mücadeleyi doğru noktaya iyiliğe çevirsin..
İnsanların ne dediği, ne düşündüğü, neyi ne kadar doğru yapabildiklerini ne sorgulamak ya da yargılamaktan vazgeçsin..
Ya da dünyanın nereye gittiğini, ne sürede neyin var ya da  yok olacağını düşünmeyi boşversin..
Bugün kendine ve dünyaya içten bir gülücük gönder..
Sevdiklerine teşekkür,
Sevmediklerine ise bir sadaka olsun..
Yani diyorum ki sen varsan, görüp hissedebiliyorsan, o çok sevdiğin şehir, o çok sevdiğin sahil, o çok sevdiğin müzik… var,
Çok sevilen olabilmek içinse sadece sana ihtiyaçları var…
Gülümse ki var olduğunu hissetsin bu şehir..
Gülümse ki huzur dolsun, umut ve mutluluk koksun dünyamız :)

2 Kasım 2012

"Bütün"leme

Ömer Z Cebeci
Marmara Üniversitesi

Bu sene meslekte 40. yılım. Tevellüt 1950, BS 1972, PhD 1977, Profluk 1990. Birçok ortamda "en yaşlılardan biri" oluyorum ama burada kibarca "en kıdemli"...  Kıdemliler -bazen luzumsuz- eski olayları-bilgileri hatırlar. Bütünleme konusu mesela:

YÖK öncesi sadece Boğaziçi ve ODTÜ, yani, o zamanki tabirle “Amerikan uşakları”, bütünleme hakkı vermez, diğer gerçek üniversitelerde büt (öğrenciler böyle kısaltıyor) tartışılması bile akla gelmeyecek doğal bir “süreç” idi. Süreç idi, çünkü o gerçek üniversiteler her sene hepsi birden 1 Kasımda derse başlar (sadece ders, profesörün oturduğu kürsüden, kayıtlı 1000 küsur öğrenciden 150 kişilik amfiye tıkışmış olan 200 cemaate, hoca efendinin vaaz etmesi şeklinde, Aralık-Ocak devam eder (yarıyıl bitti demeyin, yarıyıl diye bir şey olmaz,  ders yılı bölünemez bir bütündür, bölenler bölücüdür, bölücülerin başı da artık Imralıdadır). Şubat tatil, Mart-Nisan-Mayıs ders, Haziran “imtihanlar”. Finaller değil, imtihanlar, çünkü başka sınav-ödev-proje gibi değerlendirme araçları delikanlılığın raconuna ters, “tahrimen (harama yakın) mekruh”. Tek atımlık namludan doldurma barutlu tabanca! Yegane not o kağıttan harbiden aldığı not.

Haziranda geçemeyenlere Ekimde büt sınavı, bu kağıttan aldığı not ile geçerse Kasımda üst sınıfa devam, geçemezse Şubatta bir büt daha, yine geçemezse artık geriden gelen yeni sınıf diğer öğrencilerle Haziran-Ekim-Şubat sürecine devam. Hukuk, Siyasal, Fen ve Edebiyat Fakültelerinde olduğu gibi Tıp ilk 4 yıl hastane öncesi derslerinde (ve Ensar Hocadan anlaşılan İTÜ’de de) bu böyleydi!

Çocuk bir ders yılı okumuş-okumuş Haziranda birkaç saatlik bir yazılıya girmiş, yapamadıysa yazıktır, biraz daha çalışsın bir de Ekimde girsin bari. En son bir de Şubat olsun! Aslında çocuk bir ders yılı filan okumazdı, Mayısta ders çalışmaya başlayanlar sınıfı geçer, Haziranda çalışmaya başlayanlar derslerin yarısını geçer, kalanları da Ekimde temizlerdi. Ben ortaokuldayken Siyasalda okuyan bir akrabamız Mayıs ve Eylül sonu kafasını kazıtıp fiyakasını bozardı ki sağa sola takılmasın, evde oturup mecburen ders çalışsın diye.


1982 den itibaren YÖK üniversiteleri yoklamaya koyulunca “Yok kardeşim, yıl yok yarıyıl var, sadece sene sonu sınavı yok bir de vize var!” diye ferman buyurup bunu herkese duyurdu. Zaman zaman “Ferman YÖK’ün Üniversiteler bizimdir” türküsünü çığıranlar bu hususta Mehter Marşını tercih ettiler. Yüzde payı 30-20-15 olarak aşağılanmış zoraki bir vize ve aslanlar gibi “final”. Tabii, büt ayrılmaz bir cüz olduğundan aynen devam. Lakin bir de yarıyıl bidatı çıktı. Haziranda çakıp Ekime kadar çalışmaya vakit yok ki! Şubatın ilk yarısı finallere girdin, ikinci yarısı bütlere giriyorsun, ne zaman çalışıp nasıl geçeceksin? Ama olumlu bakmak lazım her şeye. Bak ne güzel, kafayı bir kez kazıtıyorsun, hem finallere hem de bütlere giriyorsun!..

Marmara Mühendislikte biz kimseye çaktırmadan “Amerikan uşaklığı” icabı bütsüz, atılmalı eğitim yapıyorduk. Vaziyet anlaşılıp konu Senatoda görüşülürken bir dekan “Bütsüz olur mu, içimizde büte kalmamış kimse var mı?” dedi. Ben de “Ne okuduğum, ne de okuttuğum hiçbir okulda büt yoktu ki!” diye ama tabii ki içimden söylenmiştim. Sonra birkaç sene kerhen büt yapmıştık ama “top geçer adam geçmez” taktiğiyle. Son yıllarda oh tekrar kurtulduk zannediyorduk ki, ahir ömrümüzde YÖK öpüverdi. Ama biz daha önce de Marmara Senatosu tarafından öpülmüştük. Ben asıl Boğaziçi, ODTÜ gibi hiç öpülmemişleri merak ediyorum.

Konuya bir nükte ile başlayayım. “Bütünleme var mı?” diyen öğrencilere, “Evet, var, bütün dersi tekrar aliyorsunuz, öyle sadece final sınavi filan degil, dersi, ara sınavlarını, ödevleri, projeleri, bütününü… Bütünleme budur, diğeri kandırmaca!” diyordum.

Diğer bir Amerikan uşaklığı da kredili sistem –yani pis kapitalist sistem, ismi üstünde kredili, Yahudi bankacı sistemi. (Bu sistem komünist ve faşist sistemlere karşı icat edilmiş bir bidattır. Herkes ayni programı – aynı hızda takip eder kardeşim. Takip edemeyen gider Sibiryada taş taşır, toplama kampında kemik toplar). Kredili sistemde de bir şablon vardır ama herkes her dönem o şablona uymak zorunda değildir. Amaç, şablona uymayanları da, belki 5-6-7 yılda, ama fazla F almadan mezun etmektir (Amerikan veledi her derse-krediye para verdiği için “devletin malı deniz” gibi görmez, geçemeyeceği derse kaydolmaz zaten)! Birisinin hızı kesildi, normal yük fazla geliyor ve F alıyor; hemen yükünü azaltır, yazlara da yayar, veya  mezuniyeti gecikir, ama bir dolu F olmaz transkriptinde. Bir diğeri bu dönem bir engeli vardır (mesela babası ameliyat oluyor, çocuğun dükkanda daha fazla durması lazım), sadece önşart zincirindeki dersleri alır, diğerlerini babası iyileşince telafi eder (şablonda son yarıyıl  dersleri azdır ki telafi edeceklere imkan olsun). Böylece mezuniyeti uzamaz, hiç F almaz ve boşuna para vermez, sistemi meşgul etmez!

Bizim Marmara’daki gibi yarıyılda 9 ders aldırarak kredili sistemi maymuna çevirmek kimsenin aklına gelmemiştir (Daha önce Milli Eğitim liselerde kredili-seçmeli ders sistemi denemişti. Ama bu namert sistem 15 derslik programlarla çalışmadığı için mundar olduğu anlaşılarak terk edilmişti. Türk ve de Milli Eğitim çalışkan Türk çocuklarını dönemde sadece adam gibi 5 ders okutarak kandırmaz, damardan 15 ders, Türk varlığına armağan olsun)! Yazılıyor Marmaralı müstakbel mühendis tekmili birden 9 derse, nasıl olsa “devletin malı”. İlk hafta hocaları görünce 3 dersi gözüne kestiriyor, “bunları geçerim” diyor. 3 tane de “bu derste bu hocadan not alınmaz, bir başka bahara kalsın” deyip hemen bırakıyor. Kalan 3 derse de dönem boyu biraz asılıyor, masrafı kurtaranlara devam ediyor, dönem boyu külfeti artanları da bırakıveriyor.

Son olarak, Erkan Hocama özel, ama herkese genel bir not. Yıllar önce bir TV oturumu: YÖK üyesi ve Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı Prof Burhan Şenatalar, Yıldız Rektörü ve UAK Başkanı Prof Ayhan Alkış, TBMM Milli Eğitim Komisyonu Başkanı Dr. Tayyar Altıkulaç ve moderatör; hepsi gayet ılımlı kişiler. Ilımlı başladı ve kavgayla bitti. Benim büyük oğlum “Yahu bu YÖK en ılımlı insanları bile zıvanadan çıkarıyor!” demişti. YÖK Başkanı kaç kez değişti ama demek ki, YÖK’teki radyasyon herkesin hard diskini silip aynı formatı çekiyor ki sonuçta dışarıdan bakanlara göre bir değişen olmuyor!

Akgünlere selametle (1973 Ecevit - Erbakan koalisyonunun sloganı)