31 Aralık 2021

Annemin Duası

Ali Demir, İTÜ

Biliyorum “Büyük acılar dilsizdir.” Hangi yaşta olursa olsun Anne ölümü de büyük acıdır. “Benim kaderimi annem yazdı” dersem bu küfür mü olur. Ama “annemin duasıdır benim hayatımı yönlendiren” dersem sanırım yanlış olmaz artık.

İlkokul 3’e kadar annemi tanımadım. On yaşıma kadar benim zihnimdeki hiçbir  hatırada annem yok. Ablam ve iki abim ile köyde idik. Annem her zaman olduğu gibi sessizliğinin içinde bende iz vermemiş. İlkokul 3 ara tatilde Konya’ya taşındık. Taşındığımız kamyonu bile hatırlarım. Şoför Mehmet Ali’nin kırmızı kesik burunlu  Thames kamyonu. Kamyonun kasasında bir inek 2 koyun ve birkaç tavuk ile birlikte tüm eşyalarımız vardı. Ben şoför mahallinde geldim Konya’ya ama sanırım diğer aile bireylerinin bir kısmı da kasada geldiler 100 km ye yakın yolu.

Annemi ondan sonraki hayat sürecinde hep çalışan, gayret eden didinen ama hep de ağlayan olarak bilirim. Kira olarak geldiğimi evin bahçesi var orada tüm sebzeleri yetiştirdi. Ahırı var orada inek ve koyunlarımıza baktı. Mutfağı tandırı var, yemek ve ekmek yaptı. Ama hep ağlardı. Önce köyden kopup geldiği için ağlardır. Sonra büyük abim İstanbul’a okumaya gitti onun için ağlardı. Ev bahçe içinde ama sadece iki oda ve bir giriş odacığından ibaret. Mutfak, ahır, samanlık bahçenin diğer yanında. Orada bir de tek gözlü bir evcik var. Oraya da bir ara Fehmi abi diye abimin arkadaşı bir kiracı alıydı. Onun yemeğini de annem yapardı. Bu evden ablamı gelin etti. Ama ne gelin. Ablam evlenip koca evine gitti. Günden itibaren her hafta sonu yoğurt, süt, sebze ne varsa bir çıkın edip mutlaka bizi bisikletle ablama gönderdi. En az 5 km bu mesafedeki yolun neredeyse tüm topoğrafyasını hepimiz ezberledik. Nerede çukur var, nerede tümsek var, nerede kum, nerede yokuş nerede viraj hepsini biliyorduk. Tek başına da gitmemize asla izin vermedi. İki kardeşi birisi sürücü diğeri yedekte ve elde helke, çıkın haydi bakalım ablanıza verin gelin.


Bu evde ilkokulu okudum. Okul hemen 50 m ilerde. Her gün okul bitince doğru ineğin veya koyunun arkasındaydım. Cumartesi Pazar da böyle geçiyordu. Büyük abim İstanbul’da okuyor. Yani evde iki abim ben ve babam ama neredeyse her gün evimizde misafir vardır. İki göz evde bir de misafir gecelerdi. Misafir geldiğinde sanıyorum annem mutfakta toprak zeminde uyuyordu.

Annemin gayretidir, bize arsa satın aldıran. Annemin gayretidir bize ev yaptıran. Ortaokula geçtiğim yaz evin inşaatına başladık. Annem babam ve tüm abilerim inşaatta amele olarak çalıştılar ben de babamın hurdacı dükkanına gittim. Tüm yaz yaptığım satışlardan getirdiğim paralara evi yaptığını söylerdi babam. İnşaatta bir göz oda oluşunca annem evimizi taşıdı. Kapı yok, penceresi yok. Kapı ve pençesine çul çaktılar ve biz tek bir göz odada Ramazan ayını geçirdik. İnşaat devam ediyor.  Bayramda pencereler takıldı.

“Annem evi taşıdı” abartı ifade değil. Nerdeyse tüm eşyalarımızı sırtında kiralık evden inşaat eve taşıdı annem. Güçlü biri miydi. Kesinlikle hayır. Ufak tefek zayıf, narin. Ama azim ve gayret. Tüm bu  gayret içinde annemin “mühendis olasın” duasını hatırlıyorum.  Ama ben doktor olmak istedim hep. Evin inşaatı. Devam ederken bir tahta parçasına “Dr. Ali” bile yazdım. Büyük abimin eline geçti bu o da onu o Ramazan ayını geçirdiğimiz odanın yüklük dolabına çaktı. Hala orada durur o. Bu ende lise okudum. Üniversite sınavlarına girdim.  Sonuç: İTÜ MMF-Maçka. Yani mühendis olacaktım. Doktor olmak için pes etmedik iki kez daha girdin sınav ama boşuna anne duası benim mühendis olmam içindi. Mühendis oldum.

Yine annemin aynı gözyaşı, gayret ve didişmeleri arasında benim için “İsviçre’lere gidesin” duasını hatırlıyorum. Ne alaka? İsviçre neresi? Hiçbir fikrim yok. Ama yıllar geçiyor, İngiltere’de doktora yapıyorum. Doktora sonrası gönderdiğim imzasız bir mektup beni  İsviçre’ye taşıdı. Sadece Anne duası idi bu.

Annem hep  gayret etti. Hep çalıştı. Kiralık evin küçücük bahçesinde yetiştirdiği kabakları bir sepete koyup bizi macur pazarına satmaya gönderdi. Para için mi hayır hayatı öğrensinler diye. Macur pazarında su satmaya gönderdi bizi. Para için mi hayır hayatı öğrensinler diye. Bayramların arefesinde kravat sattırdı. Para kazansınlar diye mi? hayır, hayatı öğrensinler diye.

Annem okuma yazma bilmezdi. Para bilir miydi. Belki parayı da bilmezdi. Ama pazardan dönen babama kızdığını biliyorum. “Malın en iyisini sen alıyorsun da, diğer insanlar ne alacaklar?” diye. Hakkı bilirdi. Hukuku bilirdi. Garip gurebayı bilirdi. Neredeyse tüm amca, teyze çocuklarında emeği vardır.

Ana, bu evde 3 oğlunu everdi. Hepsini de o bir ramazan geçirdiğimiz küçücük odaya gelin aldı. Evini paylaştı. Hepsi ile iyi geçindi. Zamanı gelince biraz pürüzlü de olsa hepsi kendi evine geçti. Anam beni yaşlılık, hastalık zamanında everdi. Belki anamdan daha çok abimin-yengemin emeği vardır benim evliliğimde.

Anamı hep hasta olarak hatırlarım ama gözü açık olduğu zamanlarda hep çevresinin iyiliğini düşünmüştür. İyilik vermiştir etrafına. Gayretlerine vücudu yetmediğinde aspirin ve diğer haplar  içerek güç topladı. Bu aşırı ilaç kullanımı onun yaşlılığında sorun oldu. Sanki ilaç bağımlısı gibi olduğu zamanlar oldu. Hastalık evde ve hastane arasında zaman geçirmeye sebep oldu. Benim ÖSYM’de olduğum günlerde çoğu zaman hastanedeydi. Yoğun bakımda olduğu günler oldu ve yoğun bakımda emanetini teslim etti. Yanındayken ruhunu teslim etmesini çok isterdim.

Duası hep babamdan sonra ölmek idi ama demek ki annenin evladı için yaptığı dua kabul ediliyor da kendi için ettiği dualar kabul edilmeyebiliyor. Babam annemden sonra iki sene daha yaşadı. Babam ben yanında olduğum gece vefat etti. Bu bana büyük huzur veriyor. Annemin de babamın da mekanları cennet olsun. 


29 Aralık 2021

Tuhaf Bir Gözaltı

Akif Eyler

90 yaşındaki sevgili annem uzun süredir rahatsızdı, bakıma muhtaç idi. Pazar sabahı evinde, sükûnet içinde ruhunu teslim etti. Allah rahmet eylesin. Pazartesi defnedildi. Salı bütün gün akraba ve ahbaplarla görüştükten sonra akşam vakti cenaze evinden çıktık. Yorgundum, eve gidip biraz uyumak istiyordum. 

Caddebostan Migros'un önünde, evimize iki dakika kala trafik çevirdi. Polis kimlik numarasını girince yüzü değişti, amirine gitti. Hemen ekip çağırdılar, çevirmeyi bırakıp sadece benimle ilgilendiler. Hakkımda arama kararı varmış...

Yol kenarında, karanlık bir duvarın üstünde endişe ile bekliyorum. Hz Musa'nın Medyen'de bir ağaç altında söylediği dua dilimde:
rabbi innî limâ enzelte ileyye min ḣayrin fakîr
(Rabbim, bana indireceğin her hayra muhtacım)


Yarım saat sonra gezici ekip geldi, aranan kişiyi tutanakla teslim aldı. Araba yed-i emin otoparka çekildi. Ekip görevini yapıyordu, yolda her konudan konuştuk polislerle... Olay o kadar gerçek dışı göründü ki "belki de rüyadayım" diye düşündüm.

Göztepe hastanesine gelince nedenini sordum, basit bir iş, adli rapor alınacakmış. Acil girişinde oturup sıramızı bekledik. Ekip amiri arabada kaldı, bir polis benimle dururken diğeri kayda gitti. İşte o zaman 7 sene önceki manzarayı hatırladım: Tuhaf Bir Rüya tam burada başlamıştı:


"Evet, evet, rüya olmalı. İşte tek gözlü Tekir yine orada uyuyor" derken gözünü açtı:
- Yine mi sen? Öğrettiğim ayeti okuyor musun?
- Annemi her gördüğümde yedi sene okudum
- Bugün de devamını öğren:
Rabbukum a’lemu bimâ fî nufûsikum
Rabbiniz içinizde olanı en iyi bilendir

O sırada diğer polis geldi, uzun koridorlardan geçip bir bankonun önünde durduk. Kayıt memuru sordu: "var mı bir rahatsızlığınız?" Yok deyince hemşire bile görmeden sağlam raporu aldık.

Göztepe karakoluna gittik, gezici ekip başka bir tutanakla nöbetçi komisere teslim edip ayrıldı. Komiser bazı sorular sorup savcıyı aradı, "girişte bekleyin" dedi.

Yarım saat daha geçti, iki sivil polis geldi. Ufak bir sorgu yapıp kendi savcılarını aradılar. Gözaltında olduğumu bildirdiler. Tutuklu mu? "Olabilir" dediler. "Avukatınız varsa çağırın." 

Yine kapının yanında bekliyorum. Önceki gün mezarlık, gecenin erken saatlerinde hastane ve karakol... Şu ayet aklıma geldi: 
fefirrû ilallâh (O halde Allah'a kaçın)

Yarım saat sonra durum anlaşıldı. İfade vermek üzere çağrılmışım, ama o çağrı bana ulaşmamış. Mahkeme çağrısına uymadığım için aranıyormuşum. Nöbetçi savcının talimatıyla şartlı olarak serbest bırakıldım. Beş gün içinde Çağlayan'da ifade vermem gerekiyor. 

Hepsi iki saat ama bana iki ay gibi uzun ve bereketli bir ders oldu. Şunları iyice öğrendim:

  • Beden benim olmadığı gibi zaman da benim değil
  • Bir anda sağlığımı ya da hürriyetimi kaybedebilirim
  • Zor zamanlarda en iyi yardımcı Kur'an
  • Musibetler Allah'dan gelir, hoş karşıla


Sonrası

2 Ocak'ta ifadeye gittim, savcının sorularına hatırladığım kadar cevaplar verdim. 27 Nisan'da (tam 4 ay sonra) dosyanın kapandığı haberi geldi.