Ertuğrul Taçgın
Fazla tevazunun sonu vasat insandan nasihat dinlemektir :)
İbn-i Haldun'a ait olup olmadığı hususunda emin olmadığım bu alıntıladığım metin hakkında, sosyal medyada, değerlendirme yapmıştım. Daha sonra baktığımda eksik değerlendirmeler yaptığımı fark ettim; aşağıdaki şekilde eksikleri tamamlamaya çalıştım. Ortaya çıkan son metni, haddimi aştığı endişesiyle, paylaşıp paylaşmama konusunda tereddüt ettim, ama muhtemel yapıcı katkılardan dolayı hem bana hem de başkalarına belki faydalı olabilir düşüncesi ile, aşağıdaki ortaya çıkan son metni genel paylaşıma koymayı uygun buldum. Değerlendirmelerim tartışmaya açıktır ve bütün hatalar kendime aittir.
E.T.
-------
İbni-i Haldun tevazuyu bulanık (fuzzy) bir kavram olarak düşünmüş ve duruma göre miktarının ayarlanması gerektiğini önermiş, ancak ben katılmıyorum. Çünkü, tevazu bulanık bir kavram değil, 1/0 gibi net (crisp) bir kavram olmalı, tevazunun kimin adına yapılacağına göre, ya tam tevazu gösterilmeli veya hakkı olmadığı için hiç tevazu gösterilmemeli diye düşünüyorum.
(i) Eğer, temsil ettiği makam başka bir tüzel kişilik, kurum, meslek, pozisyon vb ise onlar adına tevazu hiç yapılmamalı, mesela bir büyükelçi ülkesi adına tevazu gösteremez veya bir üniversite hocası temsil ettiği meslek adına tevazu gösteremez.
(ii) Ancak, kişinin kendi şahsı ve nefsi adına tevazunun sınırı olmaz, sonuna kadar tevazu gösterilmelidir, mesela temsil makamında olmayan o büyükelçi sokakta herhangi bir kimseye karşı kibir makamında olamaz, sonuna kadar mütevazi olmalıdır.
İnsan, Allah'ın yeryüzünde halife olarak yarattığı, yani Kendisinin vekili veya temsilcisi olarak yarattığı ve bu temsilcilik vasfından dolayı yaratılmışların en şereflisi olan varlık olduğu için, bu şerefi, saygınlığı ve onuru korumak zorundadır. İnsanlık onuru da denilen bu saygınlığı zedeleyici davranışlar karşısında tevazu gösteremez, hakareti, aşağılayıcı, onur kırıcı tavırları kabul edemez, çünkü bu durumdaki insan temsil makamında olduğu için tevazu göstermeye hakkı yoktur, bulunduğu konumun onurunu korumakla yükümlüdür. Böyle bir temsil makamında iken bilinçli olarak gösterdiği tevazusuzluk hali kibir olarak değerlendirilemez, çünkü bu tevazusuzluk hali, etten-kemikten-kandan ibaret olan kendi şahsına ait değildir, onurunu korumaya çalıştığı temsil makamına aittir. "Sen kimsin? Ben kimim biliyor musun?" gibi bir anlayışla aslında temsil makamına ait olan saygınlığı, onuru, tevazusuzluk halini kendi şahsına, nefsine almaya kalkıştığında ise haddini aşar, büyük yanlışlık yapmış olur, çünkü kendi şahsı ve nefsi ancak tam tevazu makamı için uygundur.
Hayatın içindeki bir insan bazen temsil makamında davranmak durumunda olabilir, bazen de kendi nefsi adına davranır, hayatın içindeki bu durumların ayrımlarının doğru ve hassas şekilde yapılması çok önemlidir; çünkü birinci durum olan temsil makamı tevazu kaldırmaz, ikinci durum ise tam tevazu makamıdır.
Bu şekilde (temsil makamı /VE/ kendi hesabı şeklinde) net bir ayrım yapıldığında, tevazu kavramı bulanık olmaktan çıkar, net, kesin ve basit bir hal alır; ancak bu ayrım yapılmazsa hayattaki pratik durumu açıklayabilmek için, tevazu kavramının duruma göre değişen bulanık bir kavram şeklinde değerlendirilmek zorunda kalınır.
E.T.
-------
Tevazu bir ibrişimdir ki cümle ahlâk incileri onunla dizilir |
Sayın Musa Kâzım GÜLÇÜR'e teşekkürler