26 Temmuz 2006

"Hesabınız tamam, efendim"

Akif Eyler
Marmara Üniversitesi

"Babanız hayattaysa her anının kıymetini bilin" denmişti ya, ben de bugünümü babama ayırdım, arabaya binip 5-6 saat İstanbul'u gezdik.  Birlikte eskileri hatırladık, yenileri konuştuk, geleceğe baktık.

Gittiğimiz yerlerden biri de Zeyrekhane idi.  Bizans'tan kalma Pantokrator manastırının metruk bölümlerinden biri restore edilmiş, güzel manzaralı bir dinlenme yeri olmuş.

O saatte bizden başka müşteri yoktu, Ayasofya, Haliç ve Süleymaniye'ye bakarak hafif birşeyler yedik.  Sonunda hesabı istedim, garson "Hesabınız tamam, efendim" dedi. Babam ödemiştir diye düşünüp önemsemedim.

Dahası, "Efendim, isterseniz camiyi gezebilirsiniz" dediler. Ne iyi, demek müşterilere kültür hizmeti veriyorlar deyip camiye yürüdük. Zeyrek Camisinde Kuran öğrenen ilkokul çocuklarından daha önce söz etmiştim: Ülfeti kırmak

Çocuklara sabırla ders veren hoca bizi de sabırla gezdirdi. Kilitli bölümleri gösterdi.  Bir halının altındaki tahtayı da kaldırıp altındaki tarihi mozayikleri ortaya çıkardı: Samson and the zodiac

Camide öğle namazını kılıp hocaya teşekkür ile ayrıldık. Babama hesabı ne zaman ödediğini sordum, ödememiş. Gidip sordum, meğer babamı başka birisi sanmışlar, o nedenle bize özel davnırlarmış.  Caminin kapalı yerlerini göstermek için Rabbimin bir ikramı deyip şükrettim.

Çıkarken, keşke Hesap Gününde de "Hesabınız tamam, efendim" deseler diye dua ediyordum...


6 Temmuz 2006

Ülfeti kırmak

Akif Eyler
Marmara Üniversitesi

Ülfet alışkanlık nedeniyle ilginç olayların farkına varmamaktır. Şuurlu müslümanların ülfetten kurtulma yollarını araması gerekir. Bugün kuzenim "Muallim" Selami ile ülfet kırıcı küçük bir gezi yaptık, cüzdansız, telefonsuz, saatsiz ve programsız. Yanımızda sadece biraz bozuk para ile birer Akbil vardı. (İstanbul dışındakiler için: Akbil, genel ulaşım araçlarında geçerli elektronik biletin adı)

Yeni Camide kuş evleri

Erenköy'de evden çıkıp ilk gelen otobüse bindik, Üsküdar'a götürdü.  Orada ilk gelen vapurla da doğru Eminönü'ne. Yeni Camide ilk bakışta görünmeyen kuş evlerini inceledik. Mısır Çarşısının yanındaki evcil hayvan çarşısını dolaştık. Rüstem Paşa camisi yanında oturup birer çay içtik. Selami fırından sıcacık bir ekmek almıştı, ucundan kenarından derken baktık ki hepsi bitmiş, kuşlara ayırdığım içi bile.

Mimar Sinan türbesi

Üçüncü tepenin yokuşlarından birini tırmanıp Süleymaniye külliyesine ulaştık.  Sinan'ın türbesinin önünden geçerken birer Fatiha yolladık.  Vefa'ya inip İMÇ'da otuz senelik bir dostumuzun işyerine uğradık.  Birer çay da orada ikram edildi.  Vakit öğleye yaklaşırken, yakındaki Şebsafa Kadın camisine gidip abdest aldık.  Caddenin karşısında Zeyrek kilise camisi bize bakıyordu.  "Buraya gelsenize" dedi, bir yokuş daha çıkıp Zeyrek Camisinde Kuran öğrenen ilkokul çocukları arasında namazı kıldık.

Burası üç kubbeli ilginç bir yapı.  Bizans devri sonlarında Pantokrator manastırı olarak bilinen meşhur bir yermiş, fetihten sonra camiye çevrilmiş.  Günümüzde bakımsız ve perişan durumda, sadece batı kubbesinin altı kullanılıyor. Buna rağmen, akın akın ziyaretçisi olan bir yer.

Siirt çarşısı

Kemere doğru biraz yürüyünce kendimizi Siirt çarşısında bulduk.  Otlu peynir, petekli bal ve kuzu eti satılıyor. Aklınızda olsun, etin kilosu 6.50 YTL, İstanbul'da bile ucuz bir hayat sürmek mümkün.  Birer çay da oradaki kahvede içtik.  Etrafımızda konuşulan farklı diller çok ilginç idi, ülkemizin zenginliği diye düşündüm.  Selami taş gibi birşey aldı.  Meğer doğunun üzüm pestiliymiş. İlk lokmalar tatsızdı, sonunda çok hoş bir tadı kaldı.

Arap Camisinin iç manzarası

Unkapanı'na geri dönüp köprüyü geçtik.  Arap Camisine uğrayıp Zeyrek ile kıyasladık.  Biraz da orada dinlenip Karaköy'den Haydarpaşa'ya geçtik, trenle eve döndük. Toplam harcamamız (çoğu Akbil) 10 YTL içinde kaldı.*

(*) 2005 başında 6 sıfır silinince, para birimi "yeni TL" olmuştu. 10 YTL yaklaşık 6 euro idi o zaman.


Aynı yolculuk -- başka açıdan

Selami Penbe
Emekli öğretmen

Sırtımızdaki yükleri bindiğimiz gemiye bırakıp, yükün üzerine oturmanın rahatlığıyla etraftaki güzellikleri seyredip kendimizden geçtik.  Ne trafik, ne benzin, ne polis, hiçbiri derdimiz değil.  Keşke gerçek hayatta da bunu pratiğe geçirsek.  Dünyanın meselelerini dert etmeyi bırakıp kendi işimize bakabilsek, kulluk vazifelerimizi daha anlamlı yapabilsek...

Zeyrek Camisinde ne perişanlığı, kendimi bin sene öncesinde buldum... Bugüne kadar nasıl da görmeden durmuşum... Zeyrek çarşısında, her köşedeki vitrinde büryan kebapları asılı, müşteri bekliyorken biz sadece uzaktan bakabildik, cepte para yok ya, yoksulluğu tadalım dedik.

Arkalıksız minik hasır taburelerde kıtlama şekerle çayımızı yudumlarken, elinde terliklerle güler yüzlü bir Kürt çocuğu geldi, "Abi, boyayım." Hayalimde 45 yıl öncesine, Karaman sokaklarında mısır sattığım günler aklıma geldi.  "Bu adamlar neden mısır almazlar, işte hırsızlık yapmıyorum, kendi çabamla mısır ütüp satıyorum; alsanıza, yemeseniz de yedirsenize" dediğim günler. ("iki çeyrek dolar" hikayemi bekleyin, yakında yazacağım)*

Dönüş yolunda bir de eli değnekli âmâya yardım ettik.  Elli metre kadar kolundan tutup durağa bıraktık.  Göremediği dünyayı belki bizden iyi tanıyordu.

(*) Bu yazıyı bulamadım, onun yerine şuna bakabilirsiniz:
https://ogretmeniniz.blogspot.com/2007/08/empatinin-gc.html