Ali Demir, İTÜ
1-4 Mayıs 2024 günleri Akça Koca Kültür Platformundan güzel bir grup ile yaptığımız Van Gezisine ben ve eşim, İstanbul Çamlıca’da oturduğumuz için İstanbul Havalimanı’ndan katılmak üzere planladık. 1 Mayıs Çarşamba günü resmi tatil nedeniyle hem trafik boştu ve hem de tatil olduğu için kızımız bizi arabasıyla havaalanına bıraktı. Ne de olsa baharın bitimi havalar tam olarak ısınmadı düşüncesi ile hem sıcak hem de soğuk giysilerimizi yanımıza almıştık. Eşim de soğuklara karşı tedbirli olmak amacıyla daha henüz bir ay evvel özel olarak Paris’te yeğenine getirttiği çok hafif ama oldukça sıcak tutan özel uzun paltosunu üzerine giymişti.
Yolda Kocaeli’nden gelen grubun otobüsle geldiğini öğrendik. Birkaç arkadaşımızın da bizden önce alanda olduğu haberini aldık. Devasa İstanbul havaalanına ne de olsa tedbirli olmak gerekir diye uçuş saatinden neredeyse üç saat öncesinden varmıştık. Rutin ilk giriş kontrolden geçtik. Gruptan birkaç arkadaşımızla selamlaştık ve ikinci kontrol giriş kapısına kadar vardık. Eşim ve ben her zaman kitaplara ve kitapçılara meraklıyızdır. Eşim burada da merakımızı yenemeyip kitapçıya girdi. Rafları izlerken ben de daha vakit var düşüncesiyle hemen karşıdaki bekleme alanındaki koltuklara oturup eşimi bekledim. Derken eşim yanıma geldi ve artık ısınmaya başladığından üzerindeki hafif ama sıcak tutan uzun paltoyu çıkardı özenle katladı ve iri bir sosise benzeyen torbasına yerleştirdi. Bu seremoniyi izlerken turistlerin sırt çantalarında sarkan benzer torbalar aklıma geldi. Benim de sırt çantam vardı. Sırtımı eşime dönüp “bağla bakalım buraya ne de olsa artık biz de turistiz.” Diye espri de yaptım. Eşim torbayı sırt çantama bağladı.
Uzun palto, sosis torbada |
“Artık içeri geçebiliriz.” diyerek kontrol kapısına yöneldik. Üzerimizdekileri ve ceplerimizdeki çıkarıp, X-ray ’den geçtik. Konveyörün diğer ucunda yeniden toparlandık ve gezi heyecanı ile mutlu mesut ilerlemeye başladık. Birkaç mağaza inceledikten sonra İTÜ’den yeni emekli olmuş bir arkadaş ile karşılaştık Ankara’ya gidiyordu. Biraz konuştuk ve ayrıldık. Az daha ilerlediğimizde aniden aklıma geldi benim sırtımdan sallanması gereken torba sallanmıyordu. Eşim ve ben birbirimize baktık. Panikledik. Evet bizim sosis torba artık sırt çantama bağlı değildi. Hemen tüm adımlarımızı geri gitmeye başladık. Girip çıktığımız mağazalara yeniden girdik. Son yarım saatlik filmi geri sarmaya başladık. Kontrollü giriş kapısına geldik. Sorduk, Soruşturduk. Nafile. Dışarı çıkıp oturduğumuz koltuklara ve çevresine baktık. Nafile. Tüm çöp kovalarının içine biraz da abartı ile baktım. Nafile. Eşim çok ama çok üzgün. Daha yeni almıştı. Çok sevmişti. Ve Van’da hem hafif olacak ağırlık taşımayacaktı hem de sıcacık gezecekti. Ne hayaller kurmuştu. Çok sinirledi. Çok üzüldü. Pes etmedi koca terminalin diğer ucundaki “kayıp eşya bürosuna” yürüdük. Neredeyse yarım saatten fazla yürüme mesafesi. Giderken ve dönerken neredeyse her kenarı köşeyi gözlerim taradı. Kayıp eşya bürosundaki personelden başvurunun on-line yapılması gerektiğini öğrendik. Polise gidelim diye düşündük. Belki kameraları izleyerek nerede olduğunu görebilirdik. Daha üzerinden yarım saat geçmemişti. Ama tarif edilen yerlerde polisi bulamadık. Terminal dış kapısına kadar gittik ve görebildiğimiz tüm ilgili personele sorduk ama nafile.
Kızımıza gerekli bilgileri verip on-line kayıp bildirimi yapmasını istedik. Ümitsiz bir biçimde kızımız on-line bildirimi yaptı. Bize de gerekli bilgileri iletti. Ama aradığımız hiçbir telefona erişilemiyordu. Büyük bir hayal kırıklığı ile yeniden giriş kontrol noktasından geçtik ve içeride gezi grubumuzu bulduk. Üzüntümüz belliydi. Konuştuk. Gülüştük. Bu konu tüm gezi boyunca gündem olur diye konuştuk. Ama garip bir şekilde uçağa bindikten sonra biz tüm olanları unuttuk, çünkü gezi heyecanı daha baskın çıktı.
Van’a varış, çok güzel karşılama. Nefis öğle yemeği. Van Müzesi ve Van Kalesi seyri, Akşam namazı sonrası namaz kıldıran imamdan dinlediğimiz yakın tarih, hemen bu çevrede bugün Gazze’de yaşananın benzerinin yaşandığı acı gerçeğini duyduk.
Uygulama Otelde odalarımıza yerleşme, akşam yemeği ve ardından müzik şöleni ve takip eden günlerde yaşadığımız güzellikler bize kayıp paltomuzu unutturdu. Ama kabul etmek gerekir ki tüm gezi boyunca hava da çok güzeldi ve sıcak bir giysi gerektirecek hiçbir an olmadı. Hatta içimizdeki ağzı dualılar sayesinde biz otobüse veya otele girince yağmur yağıyor, çıkınca da yağmur duruyordu.
Kayıp paltomuzu yeniden İstanbul Havaalanına inince hatırladık ama hem akşamın geç saati olması hem de yorgunluk nedeniyle yeniden kayıp eşya bürosuna gitme gücünü kendimizde bulamadık. Artık ümidimiz de yoktu zaten. Bulan her kimse “ya sahiplenmiştir ya da çöpe atmıştır” diyerek zihnimizde konuyu kapattık.
Gezi dönüşü pek çok arkadaşım gibi ben de anılarımı yazmak istedim ama başaramadım. Yazmayınca da inanın günler içinde zihinden siliniyor. Asla unutulmaz diye düşündüğümüz güzellikler bir bir kayıp gidiyor zihnimizden. Ben de bunu yaşadım.
Günlük meşgaleler, okul, dersler, toplantılar, raporlar ziyaretler, sınavlar. Ve 2-16 Haziran arası Balıkesir Güre’de yıllık izin için gittiğimiz yaz tatilimiz. Ardından dokuz günlük Kurban Bayramı tatili için Konya’da geniş aile ile birlikte güzel bir Kurban Bayramı. Her güzelliğin bir sonu olduğu gibi Kurban Bayramı tatili de bitti ve İstanbul’a yorgun bir biçimde döndük.
Haziran ayının sonunun gelmesine birkaç gün kala evde dinlenme durumundayken eşimin büyük bir heyecanla telefonuna bakarak “olamaz, bu ne? Kayıp paltom bulunmuş” diye heyecanla bağırdığını duyduk. İlk tepki, “Yok artık. Şaka yapıyorsun. Neredeyse iki ay geçti. Bir yanlışlık vardır. Bir kontrol edelim.” oldu. Kızım mailini kontrol etti. Evet, bizim kayıp eşya bulunmuştu ve dilediğimiz zaman “kayıp eşya bürosundan” alabilirdik.
Zihnim bir an için allak bullak oldu. Ne yani. Bizim koca İstanbul havaalanı terminalinde unuttuğumuz sosis torbayı bulan onu şahsileştirmemiş mi? Onu alıp kayıp eşya bürosuna mı teslim etmiş? Aradan iki aya yakın zaman geçmiş olmasına rağmen bir köşede çöpe atılmamış mı? Nasıl olabilir ki? Yok mutlaka bir yanlışlık vardır. Bizim hafif, sıcak tutan, uzun palto değildir o. Başka bir şeydir. Bir karışıklık olmuştur. Oysa bile ya yırtılmıştır ya da kullanılamayacak kadar kirlenmiştir. Olamaz böyle bir şey!
Bu ilk tepkilerden sonra, nasıl teslim alabileceğimizi öğrendik ve ben eşimin yazılı imzalı vekaletini alarak 24 Haziran 2024 Salı günü İstanbul havaalanına gittim. Arabamı devasa otoparka park ettim. Kayıp Eşya Bürosuna en yakın girişten kontrolden geçerek girdim. Kayıp Eşya Bürosundaki cici bir bayan çalışana elimdeki vekaleti gösterdim. Baktı, nüfus cüzdanımı aldı resmini çekti. Formları çıkardı, imzalamamı istedi. “Şöyle bekleyin eşyayı depodan istedim 10 dakikaya kadar gelir.” dedi. Evet 10 dakika sonra bizin sosis torba tüm şirinliği ile elimde kirlenmemiş, yırtılmamış ve hiçbir masraf da talep edilmeksizin bana teslim edildi.
Resmini çekip aile grubumuza attığımda tüm aile bireylerinin tepkisi “inanmıyorum” oldu. Hepimiz aynı düşünce yapısı içindeydik ve gerçekten bu inanılır gibi değildi. Nasıl oluyor da bu 72 milletten milyonlarca insanın günün 24 saatinde gelip geçtiği bu terminalde bizim sosis torba bir şekilde kayıp eşya bürosuna teslim edilmişti ve bize ulaştı. Bu inanılır gibi değildi. Çok şükrettik.
Kişisel olarak son on yılda yaşadıklarım beni ve ailemi ciddi anlamda karamsar ve ümitsiz yapsa da bu küçücük olay bile bu ülkenin daha ne kadar parlak bir yer ve geleceği olduğunu gösteren tatlı bir anı oldu.
Copyright © akcakocakulturplatformu.org 2024. Her hakkı saklıdır.