6 Mayıs 2025

Gözden Pınara

Almula Çamdereli
Amatör sanatçı


Ayn kelimesi ile yeni tanıştım. Bu
kelimenin anlamı hem göz, hem de
su kaynağı ve pınar. Aynı zamanda
Arap Alfabesinin 18. harfi.


Sanata karşı gizli aşkım 11 sene önce açığa çıktı. O sıralar ABD’de bir üniversitenin işletme okulunda yardımcı doçent olarak çalışıyorum. Belki de o zamanki orta yaşın verdiği bir kriz durumuyla, içimde yeni bir evren, toz ve gaz bulutu haline gelmiş, büyük patlamaya hazırlanıyor gibi. Bir sabah kalkınca tatlı krizine girmiş diyabet hastası misalince resim yapma ihtiyacım nüksetti. Bu sevgi ile önceden tecrübe edinmediğim bir sektöre girdim. Bir başka uzak dünyayı öğreneyim diye çıktığım yol aslında ta kendime çıkarmış da haberim yokmuş. Hangi göz, hangi dürbün, hangi teleskop gösterebilirdi bu yolu?

Amatör bir sanatçı olarak dışavurumcu ve soyut tablolar yapıyorum. Resme, Alexandria Torpedo Art Factory’de —alay konusu olur muyum korkusuyla— cesaret toplayarak katıldığım bir dersle başladım. Meğer ders, ileri seviye sanatçılar içinmiş; bu detayı heyecandan es geçmişim. Malzemeleri alıp derse gittim. Hoca, “Haydi başlayın,” dedi. “Nasıl yani, neyle başlayalım?” sorusuna cevabı çok netti: “Fırçanız var, tuvaliniz var, boyalarınız hazır. Alın fırçayı, başlayın.” O an kafama dank etti: Bu derste bize kimse ‘çizmeyi’ öğretmeyecek. Belki de resim yapmayı hiçbir zaman ‘resmi olarak’ öğrenmediğim için tablolarım ya yamuk yumuk ya da soyut.

Bana sanatı özellikle sevdiren malzeme değil, renk değil, tuval değil; sevgili öğretmenim ve işte bu dersteki sanatçı olan arkadaşlarımın bakış açısı ve güzeli görmeye kararlılığı oldu. Benim yaptığım tabloları sevmek için illa da güzeli görmek konusunda çok kararlı olmanız gerekiyor.

Bir gün sevgili hocam tabloma bakarak “Almula neden hemen sonucu görmek istiyorsun” diye sordu. Neden olacak, mühendislikten geliyorum, işletmeciyim, danışmanlık yapıyorum; koltuğumun altında verimlilik, kalite, kârlılık ilkeleriyle geziyorum. Resmi bitirmeye yaklaştıkça, sanki tuval benden uzaklaşıyor. Belki de o beni istemiyor...

Ders gereği dönem sonunda sergilenmesi için en azından bir tabloyu bitirmek ve sergilenebilecek duruma getirmek zorundaydık. Türkiye’yi çok özlediğimi hatırlıyorum. Beynimdeki çocukluk anı defterimden bazen ailecek, bazen de sadece teyzem ve annemle ziyaret ettiğimiz Anadolu Feneri belirdi. Birden gözümün içinde bir göz daha açıldı sanki. İçimdeki göz görünce görmeye başladım. Kulaklarım işitti, ellerim hissetti, boyalar benimle sohbet etmeye başladı. Ehlileşmek isteyen yabani at gibi bekledi tuvalim resim olmayı. 
 
Nasıl oluyor da sürece teslim oldukça resme daha hakim oluyorum çözmek zor... Şöyle uzaktan bakıp da “yahu bu mavi bütünlüğü bozuyor, bu figürün ifadesi içimdekini yansıtmıyor, artık neden istediğim gibi boyayamıyorum” vb. durumlarına çok düşüyorum. Kendimi çaresiz hissettiğimde de bu sancıların ve sıkıntıların aslında eninde sonunda ortaya çıkacak ürünün bir parçası olduğunu aklımda tutturuyor bir şekilde fırça.

Gelelim ayn’ın pınarına. Bitince bir resim, gerçek ödülü bu. O an var ya, bitti diyebilmek, işte o da benim pınardan içtiğim şeker gibi suyun ta kendisi! Bana müsaade, ikinci orta yaşıma erişmeden çıkarılacak ürünler var. En iyisi, gerçek pınardan su içmek nasip olsa hepimize.