Ali Demir
Beş gün süren, endişe ve ilahi huzur dolu bir Kudüs seferinden döndük, elhamdülillah.
Bu sefer bana özgürlüğün ne kadar kıymetli olduğunu aynel yakin öğretti.
Bu sefer bana Allah’ın insana dünyada esenlik vermesine rağmen insanın nasıl dünyayı kan ve gözyaşı ile doldurduğunu gösterdi.
Bazı terimleri başlangıçta açıklamak gerekiyor;
Filistin: Allah’ın bereketli kıldığı topraklar. Günümüzde İsrail işgali altında.
Kudüs: Filistin’in başşehri
Mescidi Aksa: 144 bin metrekarelik etrafı surlarla çevrili alanın tamamına verilen isim.
Beytül Makdis: Kutsal, kutsanmış ev. Çoğu zaman Mescidi Aksa ile eş anlamlı kullanılıyor. Ancak Beytül Makdis tanımı Hz. Süleyman'dan bu yana, 3000 yıldır kullanılan bir ifade. "Süleyman Mabedi" diye de bilinir.
Muallak Taşı: Peygamberimizin üzerinden Mirac’a yükseldiğine inandığımız büyük taş. Tabirden anlaşıldığı şekliyle boşlukta duran bir kaya parçası değil, altında bir mağara bulunan büyükçe bir kaya.
Kubbetus Sahra: Altın renkli kubbe. Kubbetüs Sahra muallak taşını dış etkilerden korumak amacıyla yapılan bina. Cemaat ile namaz kılındığında, buradan daha güneyde olan Kıble Mescidinde namaz kıldıran imama uyuluyor.
Kıble Mescidi: Temelinin Hz. Süleyman tarafından yapıldığına inanılan, elhamdülllah, mihrabında 5 vakit ezan okunup cemaat ile namaz kılınan mescid.
Etrafı surlarla çevrili 144 bin metrekare alana sahip Mescidi Aksa'nın çok sayıda giriş kapısı ve içinde çok sayıda mescid, namazgah, sebil, çeşme, medrese mevcuttur.
Perşembe
Kudüs seferimiz 5 gün sürdü. Birinci gün gidiş. Zor zamanlarda yaşıyoruz. Dünya acımasız bir katliama göz yumuyor. Acımasız savaşlar devam ediyor. İstanbul’dan sabah güneşi ile birlikte havalanan uçağımız. Mısır üzerinden Ürdün’ün başkenti Amman’a gitti. Bu direkt Kudüs uçuşundan en azından 45 dakika daha uzun uçuş anlamına geliyor. Dünya için ne büyük israf!
Amman’dan kutsal şehre gitmek için 2 saate yakın bir karayolundan sonra kara sınırlarından geçiyoruz. Ürdün-Tampon bölge sınırı. Tampon bölge-İsrail sınırı. Sınır geçişleri hep sıkıntılıdır. Bu geçiş bir başka sıkıntılı oldu. Ama elhamdülillah 30 kişilik grubumuzdan sadece benim pasaportumun daha derin incelenmesi için geçen 30 dakikadan başka bir sorum olmadı. Biri bu noktaya kadar getiren otobüsümüz ile vedalaştık. İsrail’de bizi ikinci bir otobüs taşıdı.
İlk durağımız Nebi Musa külliyesi oldu. Kudüs’ün son fatihi Selahaddin Eyyubi tarafında inşa edilmiş bu medrese Kudüs’den 30 km dışarıda. Hz Musa makamı olarak tanımlanmış bu mekanda makam, mescid ve medrese odaları mevcut. Fetih sonrası Selahaddin Eyyubi tarafından başlatılan “Nebi Musa şenlikleri” Paskalya zamanı Müslümanlara kuvvet kazandırmak amacıyla oluşturulmuş şenlikler. Mescid-i Aksa’dan buraya, buradan da Mescid-i Aksa’ya kadar yapılan gösterişli şenlik yürüyüşleri.
Şimdilerde ıssız ve garip bu mekandan birkaç fotoğraf çektikten sonra toparlanıp ayrılıyoruz. Hedefimiz Mescid-i Aksa. Kısa bir yoldan sonra muhteşem kubbesiyle Mescid-i Aksa’yı ilk defa uzaktan görmek heyecan vericiydi. Tekbirler getirdik, Salavatlar okuduk. Buluşma mutluluğu yaşadık.
Bu gözlemlerimi daha sağlam bilgilere dayandırabilmek için İslam ansiklopedisinde “
Mescid-i Aksa” maddesini, Wikipedia’da “
Mescid-i Aksa” maddesini okumakta ve Dr. Erkan Aydın tarafından hazırlanmış “
Kudüs Belgeseli” videosunu izlemekte fayda var.
Kendi okumalarımın sonunda anlıyorum ki Kudüs ve Mescid-i Aksa tam bir dinler tarihi. Tam bir insanlık tarihi. MÖ 1500’den itibaren defalarca farklı milletler tarafından yönetilmiş. Yıkılmış, yeniden inşa edilmiş. Defalarca şiddetli depremler yaşamış. Yıkılmış. İki kez “taş sütünde taş kalmayacak şekilde” yıkıma uğramış. Yeniden inşa edilmiş.
Osmanlı, Kudüs'e 1516 yılından 1918'e kadar hükmetmiş. Özellikle surların bakımını yapmış, günümüzdeki haline getirmiştir.
Günümüzde, resmi olarak, Mescid-i Aksa “Ürdün Evkaf Bakanlığı” yönetimi altındadır. Ama İsrail Devleti Kudüs'ü ilhak ettiğini iddia ettiği için efektif yönetim İsrail devleti otoritesi tarafından yapılmaktadır. Bu nedenle giriş kapılarında silahlı İsrail askerleri girişleri kontrol etmektedir.
Bir süre otelde dinlendikten ve akşam yemeğinden sonra grup halinde Mescid-i Aksa’ya yöneldik. Kadim Kudüs’ü çevreleyen dış surların otelimize en yakın kapısı Zahire Kapısından girdik. Taş zemin yollar. Dar sokaklar. Sağlı sollu Müslüman dükkanlar. Güneşin batmış olduğu akşam telaşı. Bizi gören her Filistinli “Esselamualeyküm” diyerek sevgi ile karşılıyor.
Acaba Mescid-i Aksa’ya girebilecek miyiz? Endişe, heyecan belki biraz da korku. Düşünebiliyor musun? Onca yol gitmişiz. Sadece Mescid-i Aksa’da namaz kılmak için. Ya giremezsek! Grubumuzun önündeki rehberimiz, enerji dolu, heyecan dolu minicik kızımız Nur Sima Bab-u Hıtta’daki silahlı askerlerle konuştu. Aaa, giriyoruz Mescide. İşte avlunun içindeyiz. Karşımızda Kubbetüs Sahra. Muhteşem. Elhamdülillah.
 |
Kubbetüs Sahra 2025 |
Doğruca, sembol olan bu mescide yöneldik. Bu, Muallak taşı üzerine yapılmış altın kaplamalı kubbesi ile Kudüs’e sembol olmuş bir mescit. Kıble tarafındaki kapısından girdiğimizde, Allah’ın takdiri ile, bir kişi bizi Muallak Taşının altındaki mağaraya yönlendirdi. Biz de mağaraya indik ve akşam namazımızı kıldık.
Etrafı ahşap panellerle çevrili bu taş, peygamberimizin (SAV) Miraca çıktığı nokta olarak biliniyor. Yani peygamberimizin ayak izlerini taşıyan bir mekandayız. Öncelikle Gazze için Filistin için dua, dua, dua…
Akşam namazından sonra Yatsı namazı için Kıble Mescidine indik. Burada beş vakit namazın cemaat ile kılındığı mekan. Revaklar, şadırvanlar, selviler ve yumuşacık atmosferi ile insanı sarmalayan, huzur veren, uluhiyetli bir avlu burası. Şadırvanın yanı selvinin altı buluşma noktamız. Aşağıda aynı mekanın 1890-1900 yıllarındaki görünümü ve hemen altında benim aldığım görüntü.
 |
1890-1900 yıllarında Kıble Mescidi |
 |
Kıble Mescidi 2025 |
Yukarıdaki 2 resimde gördüğünüz 150 yıldır yerinde duran şadırvan ve çevresindeki selviler bizim de grup arkadaşlarımızla buluşma mekanımız oldu.
21 Ağustos Perşembe günü sabah erken İstanbul’da başlayan gün, yatsı namazında grupla buluştuğumuz bu mekanda tamamlandı ve artık otele dönme vaktidir. Çünkü yarın Cuma ve sabah gün erken başlayacak.
Cuma
Cuma namazını Mescid-i Aksa’da kılabilecek miyiz? Hep arzum olmuştu. Bu seferde de hep heyecan noktası oldu. Bazen kendi kendime Cuma namazını Mescid-i Aksa’da kılabilsem her şeye değer demişimdir.
Otele döndüğümüzde sabah 04.05’de çıkalım diyerek sözleştik. Hedefimiz Mescid-i Aksa’da Teheccüd kılabilmek. İnşallah nasip olur.
Evet saat 04.05 ve biz otelden çıkıp Mesid-i Aksa’ya yöneldik. Babüz Zahire’den gireceğiz. Girince sola dönüyoruz. Dar sokaklar. Hafif yokuş aşağı bazen merdivenli taş döşemeli sokaklar. Burası bizim yolumuz oldu artık. Yolun sonundan sola döndüğümüzde sağımızda Harem-i Şerifin duvarları var. Hedefimiz i yine Babul Hıtta’dan girmek. Kapının olduğu sokağa girdiğimizde kapıda silahlı İsrail askerlerinin durduğunu görüyoruz. Bizi evimize alacaklar mı? Ne garip değil mi? Camiye gireceğiz ama silahlı askerlerin izni olursa girebileceğiz. İşte “özgürlük” başlığı bunun içindir. Ülke işgal altındaysa yani özgür değilse camide ibadet bile izne tabi oluyor. Acı gerçekten. Bu acıyı burada bulunduğumuz her gün ve Mescid-i Aksa’ya girmek istediğimiz her seferde yaşadık. Giremediğimiz vakitler de oldu.
Silahlı asker “Are you from Turkey?” diye sordu. Soruyu duymazdan geldim. Yürümeye devam ettim. Engel olmadı. Evet elhamdülillah avludayız artık. Girdik yani. Huzur dolu bahçedeyiz. Serin selviler, ecdad yadigarı yapılar ve karşımızda Kubbettüs Sahra. “Huzur dolu bahçe” diyorum evet bu seferi zor kılan da bu. Burası an itibariyle huzur dolu bahçe ama yakın çevresi de uzak çevresi de yangın yeri. Birinci duvarların dışı yani “Kadim Kudüs” her an patlamaya hazır bir ortam. İşgalci yahudinin sürekli tahrik dolu bakışları, eylemleri. Uzak çevre Gazze’de katliam! Acı. İç içe duygular. Girift ve cevapsız sorular.
Bugün 22 Ağustos Cuma. Programda kahvaltı sonrası tüm gün Mescid-i Aksa gezisi var. Sabah 09.00’da otelden çıkarak başlayan gezi gün boyu atılan 20 bin adım ile tamamlanmış.
Rehberimiz önde yine dar sokaklardan giderken durdu ve sol yan duvarda asılı olan işgalci bayrağına dikkatimizi çekti. Burası Kadim Kudüs ve burası esasen bir Müslüman mahallesi. Ancak gördüğünüz gibi çok kısa bir süre önce bilinen taktiklerle bu evin kullanılmadığı bahanesiyle ev işgal edilmiş ve bir Yahudi bu eve yerleştirilmiş. Bu hep yapılan bir işgal taktiği.
Rehberimiz Babül Hıtta’dan giriş izni alamadı. Olsun, bundan da bir hayır vardır dedi ve devam ettik. Bizi surların doğusundaki sahabe mezarlığına götürdü. Burada yatan iki sahabe mezarını ziyaret edip Fatihalar okuduk ve dualar ettik. Geri döndüğümüzde Babül Esbat’dan sorunsuz Mescid-i Aksa’ya girebildik. Ve ziyaretimiz başladı.
Aşağıdaki bilgileri Yapay Zeka’dan sorgulayarak edindim. Mescid-i Aksa’nın etrafı yüksek surlarla çevrili. Bu surlarda 15 kapı mevcut. Günümüzde bunlardan 11’i açık, 4’ü ise kapalıdır.
Bu girdiğimiz kapıdan itibaren Mescid-i Aksa’nın güney tarafında medreseler var. Eğitim için kullanılan bu mekanların bazıları hala aktif. Bu yüzdendir ki Mesicid-i Aksa İslam toplumunda ilim merkezi olarak bilinir ve pek çok telif eser burada yazılmıştır.
Güney duvarı boyunca yürüyüşümüz devam ederken gelen ikinci kapı Babül Hıtta. En çok bu kapıdan giriş-çıkış yaptık. Çünkü otelimize en yakın kapı burası. Babül Hıtta’dan batı tarafına ilerlerken bir Osmanlı eseri ile karşılaştık. 2. Mahmut tarafından yaptırılmış bir sebil ve bir namazgah. 2. Mahmut Mescid-i Aksa’ya çok değer vermiş.
 |
Kuzey ile Batı cephesinin kesişim köşesi |
İç avluda revakların da olduğu Batı duvarı en çok kapının olduğu kenardır. Çünkü şehir yani Kadim Kudüs, Mescid-i Aksa’nın Güney ve Batı kısmındadır. Babül Kattanin hemen çarşıya açılan bir kapı. Cuma namazı sonrası bu kapıdan çıktık.
 |
Mescid-i Aksa’nın Batı cephesinde revaklar var |
Batı tarafının en son köşesinde Burak Mescidi var. Bundan sonrası Yahudilerin Ağlama Duvarı olarak kullandıkları peygamber efendimizin İsra esnasında Mekke’den gelerek Burak isimli bineğini bağladığı duvarda yapılan bir mescid burası. Döner bir merdivenle aşağı indiğimizde küçük serin bir mekan burası. Sembolik olarak duvarına da bir halka iliştirilmiş.
Burak Mescidinden çıktıktan sonra Güney sınırdan yürüyoruz. Burada bir İslam eserleri Müzesi var. Bugün kapalı olduğu için ziyaret edemedik. Müzeden Kıble mescidine kadar olan alanda Helenistik dönem sütun başlıkları mevcut. Bu taşların peygamber efendimizin buraya gelişine şahitlik ettiği söylenir.
Ve Mescid-i Aksa’nın kıble tarafında yer alan Kıble Mescidine eriştik. İlk olarak Hazreti Ömer’in Kudüs’ün anahtarlarını teslim almak için geldiği zamanda iptidai malzemelerden yaptırdığı mescid olarak bilinen bu yapı defalarca yapılmış, yıkılmış, yakılmış, işgal edilmiş bir mescid. Bugün, Kıble Mescidi’nin batı köşesinde bir alan Ömer Mescidi olarak adlandırılıyor.
 |
Kıble Mescidinin içinden bir görünüş |
Rehberimiz özellikle minbere dikkatimizi çekti. Şam Atabeyi
Nureddin Zengi, Kudüs’ü fethedeceğine inandığından Mescid-i Aksâ’ya konulmak üzere Halep’te sanat değeri çok yüksek, abanoz ağacından bir minber yaptırmış. Fiili duanın gücü bu işte! 20 yıl geçmeden, 1187'de
Selahadin Eyyubi'ye fetih nasip olunca, çivisiz
Kündekâri tekniği ile yapılan minber buraya yerleştirilmiş. O nadide eser 1969’da fanatik bir Yahudi tarafından yakılmış, yanan parçalar dışarıdaki İslam Eserleri müzesinde sergileniyor. Mevcut minber yine Kündekari tekniği ile yakın zamanda Türk ustalar tarafından yapılmış.
Bu kundaklama saldırısını Sezai karakoç şiirine yansıtmış ve “Ey Yahudi” başlıklı şiirini yazmış:
….
Sıkıştığın her sefer seni kurtaran
Seni koruyan Acımasından ötürü senin kendisine sığınmanı
kabul eden
Kerim, cömert, mert bir ümmet için
İnsanlığın son ümidi bir ümmet için
En büyük kini duymaktasın
…
demektedir. Aradan 50 yıl geçmiş olsa da bugün de geçerli, Yahudi'nin bu nefreti. Her vardığımız giriş kapısındaki silahlı askerler “are you form Turkey?” diye sorarak daha cevap vermeden “geri dön, giremezsin” diyerek bu nefreti açık ettiler. Olsun. Bu bizim için, insanlığın son ümidi ümmet için hep gurur oldu.
Kıble Mescidinde Zekeriya peygameberin mihrabı, Meryem Aleyhiselamın Allah’tan ikramlar aldığı mekanının olduğuna inanılan bir makamı var. Yine hemen yanında bir de kırklar mescidi var. Bu mekanda sabah namazından sonra bir süre zikir yapılmış biz de zikre katılmıştık.
Kıble Mescidinden çıkınca, hemen sağda uzun bir merdiven ile inilen bir başka mescit daha var. Burası aynı zamanda bir kütüphane. Dedik ya, Mescid-i Aksa bir ilim merkezi.
Mescid-i Aksa’nın Güzey cephesiyle doğu cephesinin kesişim yerinde Marwan Mescidi var. Esasen Mescid-i Aksayı en kapsamlı biçimde inşaa eden Emevi halifesi Marwan olmasına rağmen onun adının verildiği bu Marwan Mescidi en son külliyeye mescid olarak kazandırılmış 5000 kişini aynı zamanda namaz kılabildiği bu mekan zemin altında. Mekanın temizlenmesi sırasında İşgal güçleri araç kullanımına izin vermediğinden bir insan zinciri ile molozların ta Kuzey cephesine taşındığını anlattı rehberimiz.
Bugün Cuma namazı öncesi son durağımız Babür Rahme Mescidi. Yani kapalı olan Babür Rahme'nin iç avlusunda merdivenle inilen mütevazi bir mekan burası. Gazzali “İhyâ-i Ulûmid-dîn” adlı muhteşem eserini bu mescitte yazmış Dedik ya Mescid-i Aksa ilim merkezidir. İşte ispatı.
Cuma vakti yakın olduğu için bu mekanda Cuma namazı için bir süre bekledik. Dinlendik ve Kıble Mescidinde okunan ezan ve okunan hutbe sonrası Cuma namazımızı kıldık. Namaz sonrası da bir süre bekledik. Hadi gidelim artık diye toparlanıp ana yola çıktığımızda bir de ne görelim tam bir insan seli Kıble Mescidi’nden Kuzey kapısına doğru akıyordu. Huzurlu, sakin, mutlu bir insan seliydi bu en az 10 dakika durup bu akışı seyrettik.
Kubbetüs Sahrayı solumuza alarak, Babül Kattanin'den çıkıp sağlı sollu küçücük dükkanların olduğu çarşıdan geçerek bir baharatçıdan Zahter satın alıp otelimize döndük.
23 Ağustos, Cumartesi, Kudüs’deki en sert günümüz oldu. Çünkü o bir Şabat günü. Yahudiler için kutsal gün ve tatil günü.
Sabah 04.05’de otelden ayrılıp Zahire kapısına geldiğinizde kapıda çok sayıda silahlı tam teçhizatlı askerlerin olduğunu gördük. Dün yoktu bunlar. Yanlarından biz geçtik ama bizden sonraki arkadaşlarımızın sur içine dahi geçmelerine bu askerler izin vermemiş.
Kadim Kudüs olarak adlandırılan sur içinde sabahın bu erken saatinde kadınlı, erkekli, çocuklu, iyi giyimli, lüleli, eteklerinden sarkıtlı Yahudilerin de heyecanlı biçimde bir yerlere gittiklerini gördük. Cumartesi günü ağlama duvarına gidiyorlar ve orada kendilerince ibadet ediyorlarmış. Erkeklerin çoğunun başında tipik siyah renkli fotör şapkaları var. Bazılarının da kafalarında 40-50 cm çapında, 20 cm yüksekliğinde siyah bir başlık var. Sanki kafalarının üzerinde bir kazan taşıyorlar. Bunların Rus Yahudileri olduğunu söylemişti rehberimiz.
Dar, taş döşeli yollardan Babül Hıtta’ya vardığımızda kapıdaki tam teçhizatlı silahlı askerler bizi içieri almadı. Döndük, bir başka kapıya yöneldik. Bu batı tarafındaki bir kapı idi. Kapıya vardığımızda askerler kaba bir biçimde ve yüksek sesle bize geri dönmemizi söyledi. Ben de “Why are you shouting so loud?” dedim. Biraz sakinledi ama bizi geri doğru yönlendirdi. Bunun üzerine biz de seccadelerimiz açıp burada namaz kılalım diye çantalarımıza davrandık. Aaa, hepten çıldırdılar. Tüm askerler hep birlikte üstümüze yürüdüler. Baktım bu olmayacak aradan da uzaklaştık. Bir diğer kapıya giderken gruptan başka arkadaşlarımızın da içeri alınmadıklarını gördük. Bu süre içerisinde ezan okundu. O kapıdan bu kapıya giderken sabah namazı vakti girdi.
Baktık bugün içeri giremeyeceğiz. Sokakta uygun bir yerde sabah namazını kılma kararı aldık. Ve hemen yol kenarında genişçe bir alanda saf tuttuk. Toplam belki 20 kişi önde imam arkadaşımız sabah namazını eda ettik. Biz namaz kılarken yoldan pek çok Yahudi şabat kıyafetleri içinde yanımızdan geçti ve hayretler içinde bizi seyrettiler.
Bugün ilk kez Mescid-i Aksa’ya sabah namazı için giremedik. Çaresiz, üzgün, kırgın, kızgın kahvaltı için otele geri döndük. Çünkü bugün 09.00’dan başlayarak Kadim Kudüs’ü rehberimiz eşliğinde gezeceğiz.
Kadim Kudüs turumuz Babüz Zahire’nin daha batı tarafındaki yer altı mağarası biçimindeki Mason tapınağından başladı. Burası uzun yıllar gizli mason ayinleri için kullanılmış. Günümüzde müze olarak adlandırılmış ve ücretli girip görülebiliyormuş.
Az daha ilerlediğimizde surlarla zemindeki dev kayaların birlikte örgülendiğini gözlemledik. Yani sur taşları zemindeki dev doğal kayaların üzerine konularak başlatılmış ve surlar kayaların üstüne inşa edilmiş. Surlar solumuzda kalacak biçimde yürüyoruz. Bu caddenin Sultan Süleyman Caddesi olduğunu bu gözlemleri yazarken öğreniyorum. Ve Osmanlının dev eseri bir ana giriş kapısı, Şam Kapısı (Damascus Gate) ile karşılaşıyoruz. İnanır mısınız? Bunu Mimar Sinan yapmış. Yarabbi Selimiye’yi Süleymaniye’yi inşa eden Koca Mimar Sinan taa burada Kudüs’ün surlarında devasa ama nadide bir giriş kapısı inşa etmiş. Bunu talimat veren Kanuni Sultan Süleyman’a ve Koca Sinan’a rahmet olsun. Tam bir Osmanlı mimarisi. Mütevazi ama muhteşem.
 |
Şam kapısı ve grup girişimiz |
Bu kapıdan Kadim Kudüs’e girdik. Burası tam bir inanç şehri. Müslüman, Yahudi, Hristiyan, Ermeni, Dürzi iç içe yaşıyor. İnsanlar iç içe, sokaklar iç içe, binalar iç içe.
İlk olarak Hz Ömer Camisi’ne gidiyoruz. Hz. Ömer’in Kudüs’ün fethinden sonra anahtarları teslim alma geldiğinde ilk namaz kıldığı yere inşa edilmiş sade küçük bir cami. İslamı temsilde mükemmel bir mekan. Temiz, canlı çiçeklerle bezenmiş. Bizi karşılayan imam arkadaş içten güler yüzlü, Mescid-i Aksa’nın imam ve müezzinliğini yapıyormuş. Çok içten, sevecen, İslamı, yüzünde temsil eden mükemmel bir insan. Bize içeride ezan da okudu. Mest olduk, Çok mutlu olduk.
 |
Hz. Ömer Mescidi |
Bu mekanın dış avlu duvarında Hz. Ömer’in fetihten sonra yayınladığı Emanname hem Arapça hem de İngilizce olarak mermere işlenmiş duruyor. Tam bir islam=Barış meanifestosu bu:
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
Bu, Allah’ın kulu, Mü’minlerin Emîri Ömer’in, İliya (Kudüs) halkına verdiği eman belgesidir:
Onların canlarına, mallarına, kiliselerine, haçlarına, hasta ve sağlam olanlarına, bütün dinî geleneklerine emandır.
Kiliseleri mesken edinilmeyecek, yıkılmayacak, eksiltilmeyecek ve haçları ile mallarından hiçbir şey alınmayacaktır. Onlar dinlerinden dolayı asla sıkıntıya uğratılmayacak ve kimse onlara zarar vermeyecektir.
İliya halkı cizye vermekle yükümlüdür. Şayet İliya halkı, dilerse Rumların (Bizanslıların) ve Yahudilerin Kudüs’te kalmasına izin verir; dilerse onları çıkarır. Yahudiler yalnızca şehrin belirli bir mahallesinde oturabileceklerdir.
İliya halkından kim şehri terk etmek isterse, ailesi ve mallarıyla birlikte gidebilir; mallarını Bizanslılara satabilir veya yanında götürebilir. Onların hayatı ve malları, ister burada kalsın ister ayrılsın, güvenlik altındadır.
Bu eman, Allah’ın ahdi, Peygamberinin zimmeti, halifelerin ve Müslümanların zimmeti altındadır.
Şahitler:
Halid b. Velid, Amr b. Âs, Abdurrahman b. Avf, Muaviye b. Ebî Süfyan.
Yazıldığı tarih: Hicrî 15 (Miladî 636/638).
Şu metne bakar mısınız! İşte İslam bu. Şu insanlığa bakar mısınız! Koca Kudüs Fatihi bu emannameye şahitler de derç ediyor. Nasıl da kaybettik bu muhteşem güzelliği, bu muhteşem adaleti, bu muhteşen huzuru! Bu Emannameyi Mescid-i Aksa imamı bize büyük bir coşku, huzur ve güven ile okudu. Kendisinin bir başka işi varmış ayrılmak zorunda kaldı. Bize burası sizin eviniz dilediğiniz kadar dilediğiniz zaman kalabilirsiniz diyerek ayrıldı.
Daha sonra Hz. İsa’nın göklere yükseldiği yer olduğuna inanılan “Kıyamet Kilisesi”ne gidiyoruz. Burası özellikler Hristiyanlar için en önemli kilise, bu nedenle Hristiyanlar arasında çok tartışılan, uğruna savaşılan bir mekan. Çözüm olarak Kilisenin anahtarı bir Müslüman aileye teslim edilmiş ve kurulduğu günden bu yana kilisenin anahtarı bu Müslüman ailenin himayesinde. Bu sayede sorunlar çözülmüş. İslam gerçekten de böyledir işte. İslam=Barış.
Kapıdan girince ilk gördüğümüz Hz. İsa’nın naşının konulduğuna inanılan bir musalla taşının üzerinde ağlayan, dua okuyan Hristiyanları gördük. Biz Hz. İsa’nın Allah tarafında semaya alındığını biliyoruz. O naş Hz. İsa’ya ait değildi. Duvardaki tabloda Hz İsa sehpa üzerinde resmedilmiş. Aynı sehpa üzerinde bugün dua eden Hristiyanlar da altta görünüyor.
Kilisenin her yanı resimlerle ve altı varaklarla bezeli. Buradan Hz. İsa’ya benzetilen hain Yahuda'nın sırtında çarmıhla yürüdüğü yol olan “Via Dela Rosa” boyunca maruz kaldığı işkenceleri temsil eden bir minyatürün duvarda bulunduğu bir küçük mekana geçtik. Bunların hiç biri doğru değil, çünkü çarmıhı taşıyan Hz. İsa değildi.
Bir sonraki ziyaret mekanımız, Kudüs’ü fetheden Selahaddin-i Eyyubi’nin mütevazi hankahı. Bu bir müslüman fatih olmasaydı, bugün belki de Kudüs’ün en görkemli sarayını ziyaret ediyor olacaktık. Ama Selahaddin-i Eyyubi saray için değil adalet için insanlık için Kudüs’ü fethetmişti. Bu yüzden bugüne kadar kalacak bu mütevazi yapıyı tercih etti.
 |
Nane yapraklı çay ikramı |
Bu mekanda bir müslüman aile yaşıyor ve bize duvarlarında tarihi resimlerin bulunduğu en baş odada nane yapraklı çay ikram etti. Akşama maklube ikram etmek için davet etti. Evet akşam da tüm grup olarak gelip evin hanımının bizzat pişirdiği nefis maklubeyi yedik. Ardından da cemaat yaparak açık havada akşam namazını kıldık.
Gün daha bitmedi. Geri Mescid-i Aksa’ya döneceğiz. Grup olarak çıkıtık yola. Yine dar sokaklar. Cumartesi/Şabat olduğu için sadece müslüman dükkanlar açık. Dar yokuş aşağı Mescide doğru ilerlerken bir dükkan sahibi yolumuz kesti. “Siz Türksünüz. Size soğuk naneli limonata ikram etmeden asla geçirmem buradan”. Aman Allahım. Bu ne sevgi. Peki demekten başka çözüm de yoktu zaten. Resmen yolumuz kesmişti. Hepimize bizzat eliyle doldurduğu naneli limonataları doldurdu ve ikram etti. Teşekkür ettik. Ayrılırken sürpriz bitmedi. Durun dedi. “Şimdi sizi Türkiye’den geliyorsunuz diye kapıdan almayabilirler, oğlum da sizinle gelsin de askerlerle konuşsun sizi içeri almadan da geri gelmesin.” Delikanlı önde bizim grup arkada kapıya dyanadık. Ama ne çare? Asker olmaz girmezsiniz diyor. Çocuk çok üzüldü. Mahçup oldu. Teselli ettik ve bir diğer kapıya doğru o da bizimle birlikte yöneldi. Elhamdülillah bu kapıdan sorunsuz girebildik. Delikanlı çok mutlu oldu. Teşekkür etmek için delikanlıyı bizzat kucakladım ve babasına selamımızı söylemesini de tenbih ettim.
Selahaddini Eyyubi Hankah’ını gündüz ziyaretimiz ile akşam maklube yemek için yeniden gidişimiz arasında bir de Hz. Davut aleyhisselamın mezarını ziyaretimiz var. Her türden teknolojik ürün kullanmanın yasak olduğu bu mekanda resim alamadım. Tam bir türbe ziyareti gibi oldu. Kadın ve erkeklerin farklı odalarda yaptıkları bu ziyareti bu. Rehberimiz, ziyaret sırasında başımıza mutlaka takkemizi veya şapkamızı giymemizi defalarca hatırlatt. Çünkü başı açık olan erkeklere kipa giydiriliyormuş. Mekanda yeşil örtülü makama sarılarak dua eden bir yahudi, ayakta Tevrat okuyan bir yahudi vardı. Haham olduğunu düşündüğüm bir başka Yahudi de masada Tevrat okumakla meşgüldü. Buradan ayrıldıktan sonra mekanın damına çıtık çevreyi gözlemledik.
 |
Aman Allahım, mekanın iki yanında da minareler var. Dedim ya, her şey içi içe burada. |
Hz. Davut ziyaretinden sonra Yahudiler için en önemli iki mekanı daha ziyaret ettik. Biri dış surlardaki Sion kapısı, diğeri Ağlama Duvarı.
 |
Ağlama Duvarı |
Bu fotoğrafı çok uzaktan aldım. Aşağıda kadın ve erkeklerin ayrı ayrı ağlama duvarına yaslandığı bölgeler görülüyor. Fotoğrafı çektiğim esnada çok az sayıda yahudi bu mekandaydı.
Artık Mescid-i Aksa’dayız. Yatsı Namazını Kıble mescidinde kılacağız. Namaz sonrası küçük bir değerlendirme toplantısı yapalım dedik. Namaz sonrası avluda buluşup bir kenara çekildik ama mescidi boşaltacakları için görevliler uyardı, toplantımızı kemale erdirmeden çıkmak zorunda kaldık. Mescid çıkışında bir sürpriz daha yaşadık ama onu burada yazmayacağım. İTÜ’de benimle aynı yıllarda inşaat mühendisliği almış güzel mi güzel bir insanın güzel bir faaliyetine şahitlik ettik. Allah razı olsun. Özel görüşmelerde anlatırım. Böylece Kudüs’deki ikinci günümüz de tamamlandı.
Pazar
Dünkü 24 bin adım süren yorucu ama heyecanlı Kadim Kudüs gezisinden sonra bugün, 24 Ağustos Pazar, Kudüs’ün çevresindeki kutsal yerleri gezeceğiz.
Programda, Nebi Samuel türbesi ziyareti, El-Halil bölgesinde Hz. İbrahim mezarının ziyareti, Selman-i Farisi ve Rabiatül Adeviye türbelerinin ziyareti var. Gezi Zeytin Dağında bitecek. Bu mekanlar arasında otobüs ile hareket edeceğimiz için bugün daha az yorucu olacak.
Kudüs’ün hemen dış eteklerinde yer alan Nebi Samuel türbesi hem Müslümanlar için hem de Yahudiler için bir ziyaret mekanı. Hep diyorum ya. İç içe. Bu da onlardan biri. Biz bildiğimiz bir mescid içinde makam ziyareti yaptık, Yahudiler de dışarıdan aynı mekanı akın akın gelip ziyaret ediyorlar.
El-Halil bölgesi, Batı Şeria olarak bilinen Filistin yönetimi altındaki topraklar. İsrail plakalı araçlar bu bölgeye girebiliyor ama beyaz zemin üzerine koyu yeşil yazılı Filistin Plakalı araçlar Kudüs’e ya da başka İsrail topraklarına giremiyor. Otobüsümüz bu bölgeye girdiğinde yaşam standartlarının düştüğü hemen görülüyor. Dükkanlar dökük, tabelalar karmaşık, arabalar kirli ve dökük, insanlar yorgun ve karamsar. İlk durağımız yine bir türbe oldu. Sonra El Halil bölgesinin daha iç kısımlarındaki Hz. İbrahim peygamber makamı. Buranı girişi tam bir eziyet. Giriş kapısında gıcırtılı dönen tam boy turnikeler var. Karanlık koridorlar. Ziyaretçileri bezdirmek için yapılmış uygulamalar. Tam teçhizatlı silahlı İsrail askerleri. "Hani Filistin yönetimiydi?" diye sorduğunuzu duyuyorum. Dedim ya her şey iç içe. Güya bağımsız Filistin Yönetimi ama güvenlik sistemi yok.
Hz. İbrahim’in mezarının zeminden altta olduğu burada mezarı işaret eden sandukaların olduğunu söylediler. Mezarların olduğu alt kısmı aydınlatan kandillerin sarkıtıldığı bir kuyuyu da açıp gösterdi görevliler. Hz. İbrahim’in mezarı yanında uzun süre kaldık. Dualar okuduk. Dünya Kur’an Okuma yarışmalarına da katılan cami imamı bize muhteşem bir Kuran okudu. İçten, samimi, duygulu, güzel.
Burada beni duygulandıran bir olay da yaşadım. Hz. İbrahim’in sandukasının yanı başına bırakılmış bir Osmanlı Sancağı. Muhtemelen siz göremiyorsunuz ama Medine Müdafii Fahrettin Paşa tarafından buraya armağan edilmiş bir sancakmış bu. Ecdadın izi işte yine karşımızda.
İç içelik burada da var. Benim sırtımı dayayıp oturduğum duvarın arkasında da ziyaret için gelen Yahudiler varmış.
 |
Hz. İbrahim Mescidinde kündekâri minber |
Bu mescidin bir özelliği de buradaki minberin Kıble Mescidindeki minber ile aynı özelliklerde: abanoz ağacından kündekâri tekniği ile, yani çivisiz tutkalsız yapılmış olması.
Görevliler çıkışta para isteyen çocuklara para verilmemesini sıkı sıkıya tembihlediler. Birine küçücük bir para verdiğinizde diğerleri de akın akın üstünüze geliyorlarmış. Tembihe uyduk çok sayıda para isteyen çocuk ile karşılaşsak da hiçbirine para vermemeyi başardık.
Karmakarışık duygular içinde otobüse bindik. Bir sonraki durağımız Selman-ı Farisi Makamı ve Rabiatül Adeviye Makamı oldu. Bunlar bildiğimiz türbe ziyaretleri. Neden buradalar? Gerçekten buralara geldiler mi? Bu soruların cevabını dilediğiniz gibi verebilirsiniz. Doğruyu sadece Allah bilir.
Bugünkü zirve noktası Mescid-i Aksa’yı tam cephe panoramik gören Zeytin Dağı. Aşağıdaki resmi wikipedia’dan aldım. Biz de buna yakın resimler çektik.
Bu resimde yakın planda görülenler dünyanın en pahalı mezar yerleri. Hepsi dolu değil. Bir kısmının üzerinde taşlar var. Bu mezar sahibinin kendi mezarını ziyaretin nişanesiymiş. Garip inanışlar. Ama insan bu bir şeylere inanmak zorunda.
 |
Burası bir seyir terası gibi düzenlenmiş olduğundan panoramik bir grup fotoğrafı da çekmeden olmazdı. |
 |
Saatlerimizi Kudüs’e Ayarlayalım |
Bu görüntü ile bir Kudüs aşığı Kudüs sevdalısı Nuri Pakdil’e atıf ile “Saatlerimizi Kudüs’e Ayarlama” sözü ile Kudüs seferimizi tamamladık elhamdülillah.
Son olarak
Sezai Karakoç’a göre Kudüs, İslâm medeniyetinin kalbi, Mescid-i Aksa ise dirilişin sembolüdür.
Onun özgürlüğü, bütün Müslümanların özgürlüğü anlamına gelir.
Biz ondan Kudüs’ün bir “Tanrı şehri” olduğunu öğrenmiştik (Gün Doğmadan, syf. 627):
“Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir.
Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri.”
Öte yandan, Nuri Pakdil, Kudüs’ü yalnızca bir şehir olarak değil, bütün bir inanç, medeniyet ve direniş sembolü olarak görür. Nuri Pakdil’e göre;
Kudüs bir iman meselesidir: Pakdil, Kudüs’ün herhangi bir siyasi mesele değil, Müslümanlar için bir iman davası olduğunu vurgular. Ona göre Kudüs, İslam dünyasının kalbidir. Müslüman kimliğinin mihenk taşıdır: Kudüs’ün özgürlüğü ve Müslümanların onuru arasında doğrudan bağ kurar. Kudüs esaret altındaysa Müslümanların da özgür olamayacağını söyler. Kudüs tüm insanlığın vicdanıdır: Kudüs’ün işgali sadece Müslümanlara değil, tüm insanlığa karşı işlenmiş bir haksızlık ve zulümdür. Bu nedenle Kudüs davasını evrensel bir adalet mücadelesi olarak görür.
Edebî ve metafizik yaklaşım: Yazılarında Kudüs, sık sık şiirsel ve derin bir metafizik boyuyla ele alınır. Kudüs’ü “yeryüzünün kalbi” ve “direnişin başşehri” olarak nitelendirir.
Eylem çağrısı: Kudüs için yalnızca düşünsel veya duygusal bağlılık değil, aktif bir mücadele gerektiğini savunur. Müslümanların birlik olup Kudüs’ün özgürlüğü için sorumluluk alması gerektiğini sık sık dile getirir.
İşte bu kadar…
 |
Ali Demir Kudüs'te, 2025
|