Arzu Baloğlu
Marmara Üniversitesi
Amsterdam havaalanında Maastriht’e gitmek üzere bekliyorum. Elimde yırtılmış küçük adres kağıdı, kulağımda hollandalı kafa avcısının sözleri, ve gözümün önünde dakika başı kalkan uçakların bıraktığı isler. Aslında merkezi Maastricht de bulunan uluslar arası bir firmaya iş görüşmesine gidiyorum ama tuhaf bir şekilde doğru kişi olmadığımı da biliyorum. Doğru kişi olmadığımın farkında ama aynı zamanda iyi bir tecrübe yaşayacağımın da bilincindeyim. Neler yaşayacağımı bilmemekle birlikte, bu belirsizliğin verdiği heyecanı da tatmak istiyorum.
Havaalanında yalnızım, sessizim ve endişeliyim. Uçak kapıya yanaşıyor ve ben öğleden sonraki iş görüşmesi için uçaktaki yerimi alıyorum. Uçak her zamankinden kara görünüyor gözüme. Sanki daha küçülmüş, daha eskimiş gibi. Oysa, uçaklara tutkunumdur ben. Asla korkmam, uçarken özgürlüğümü daha çok hisseder, huzurlu olurum. Ama burada öyle değil, uçak bana çok kötü görünüyor. Peki neden böyle? Aslında gerçekler farklıydı. Uçak farklı değildi, ben iyi şeyler düşünmüyordum. Kesinlikle ruh halimin yansımasıydı.
Şimdi Maastricht havaalanındayız. Uçağa bakıyorum, hiç de kötü değilmiş demek ki ben de eskisi gibi değilim. Etrafı daha hoş görüyorum. O halde görüşmede daha çok performans göstereceğim diye düşünüyorum. Kendime daha çok güveniyorum ve henüz tam yırtılmamış adrese bir kez daha bakıp şirketi aramaya koyuluyorum. Şu an çok yalnızım, etraf sessiz ve ilgisiz. Kimse beni görmüyor, kimse beni hissetmiyor. Hoş fark edilmek için ne yaptım ki onlar haklılar. Ben sıradan bir Türk vatandaşıyım, şu anda avrupada’yım ve sıkıntılıyım aslında. Yabancı bir ülkede, hem sistemi öğrenmenin güçlüğü, bir de yapacağım görüşmenin sıcaklığı. İşim yine zor ve ben biraz toparladığım enerjiyi kaybetmek değil, arttırmak zorundayım. Birazdan görüşmeye gireceğim firmayı bulacağım ve ilk kez değişik bir tecrübe yaşayacağım. Her şey olabilir bu vakada, beklemediğim düşünmediğim. Adresi buluyorum ve şirketden içeriye giriyorum.
İçeride büyük bir koşuşturma. Ben konuk salonunda çağrılmayı bekliyorum. O ana kadar çok sakindim ama bu koşuşturmalar ben de heyecan yarattı. Acaba bir yanlış anlaşılma mı vardı? Burada sanki çok önemli kişi geliyor gibi telaş yaşanıyordu ve her önümden geçen bana gülümsüyordu. Bu işte bir tuhaflık vardı. Bekledikleri gerçekten ben miydim? Kesinlikle heyecanım çok daha katlanmıştı. Evet, pozisyon için doğru aday olmadığımı bilmiyordum ama beni davet ettiler. Ben de “ne kaybedecektim.., tüm masraflarım da karşılanmıştı. Neden olmasın dı….” demiştim.Umarım bana zarar verecek bir şey olmayacaktı. Yanlış bir şeyler vardı ama ben bunun neresindeydim sorumluluğum var mıydı emin değildim. Zaman geçtikçe kalp çarpıntım artıyor, nasıl artmasın. her saat başı biri bana geliyor ve programın kaymasından ötürü özür diliyor, sonra yiyecek, içecek gibi şeyler teklif ediyor. Bir başkası ise firmayı gezdiriyor. Diğeri nazikçe yaklaşıyor, bir ihtiyacım olup olmadığını soruyor. İnsanlar da tedirgin, beni bekletiyorlar ama bundan üzüntü duyuyorlar. Telafi etmek için öneriler getiriyorlar ama artık saatler geçtikten sonra gerçekten sıkılıyorum, gitmek üzere ayağa kalkıyorum. Tam ayağa kalkmışken, tanımadığım diğer gülümseyen insanlara benzeyen ama daha karizmatik birisi o yemyeşil gözleriyle yaklaşıyor ve tüm samimiyetiyle “hoşgeldiniz. size kendimizi nasıl affettirebiliz?” diye soruyor. Elimden tutuyor ve toplantı salonuna geçiyoruz. “Aman Tanrım. Ben böyle bir salon görmedim. Tarif etmem mümkün değil. Gözüm masanın etrafında dizilmiş insanlara takılıyor. Tüm teknolojik olanaklarla donatılmış o muhteşem toplantı salonunda birden çok üşüdüğümü farkediyorum. Masanın etrafındaki beyler buz gibi bakıyor. Önlerinde not kağıdı, önceden hazırlanmış olduğu belli sorular ve kafalarında tahmin edemediğim nice bilinmezlerle, kafam dağılıyor ve bir anda beni eliyle getiren bey’in sesiyle kendime geliyorum.. Şirketin CEO su (chief executive officer) olduğunu söylüyor, kendini ve ekibini tanıtıyor. Küçük bir şirket sunumu izliyorum, sunum kalitesinde de hayran oluyorum. Karşımdakilerden her biri bir bölüm yöneticisi. Kelli felli insanlar derler ya, bir de kendime bakıyorum, olanlara gerçekten inanamıyorum. Ufak tefek, o zamanlar daha genç ve de ürkek bakışlarımda burada ne arıyorum diyorum…Onlarsa beni süzüyor, inceliyor, yutmaya hazırlanan bir arslan gibi emir bekliyor. Üşümem artıyor ve titremeye geçiyorum….
CEO birkaç genel soru soruyor ve oturuyor. Sıra diğer buz bakışlı beylerde…. Kendi bölümleriyle ilgili özel sorular sormaya başlıyorlar ben anlamıyorum tekrar ettiriyorum. Bunlar niçin bana soruluyor? Ben sadece teknoloji danışmanı pozisyonu için başvurdum. Bu soruların konumuzla ilgisi ne gibi şaşkın bir ifadeyle bakıyorum. Beyler sinirleniyor yanındakine dönüp sıra sende diyor. İlk yarım saat dayandıktan sonra CEO ya dönüyor ve bir yanlışlık olup olmadığını sorma cesareti topluyorum. CEO dehşetçe bana bakıyor “-Nasıl yani siz genel müdür yardımcısı adayımız değil misiniz? Özgeçmişiniz elimizde, danışman firma en güçlü aday olarak sizi öngördü, günlerdir sizin için tüm kadromu elimde tutuyorum. Seyahatlerimizi, görüşmelerimizi sizin için erteledik, bu yanlışlığa inanmak mümkün değil.” Olamaz! diye haykırıyor. Benim ise sinirlerim boşalıyor, gülümsüyor muyum? ağlıyor muyum? emin değilim. Ne yaptığımı bilmiyorum ama daha rahatım. Sonunda gerçek ortaya çıktı. Ben gerçekten doğru insan değildim. Büyük bir karışıklık yaşanmıştı. Derin bir ohhhh çekiyorum. Ayrılmak üzere izin istiyorum.
Hemen dönüşe dayanabilecek enerjim kalmadı. Bir otelde dinlenmeliyim, kafamı toplamalıyım. Bir günde bütün bunları yaşamak kolay değil.
Ertesi gün dönüş için havaalanında beklerken düşünüyorum. İyi ki ben doğru insan değil mişim. Ya olsaydım, ya sorulara bekledikleri gibi cevap verseydim bir de dolgun bir maaş teklif etselerdi. Acaba çalışır mıydım? Yok canım asla, ne olursa olsun ülkemin insanları ülkemin kültürü bir başka. Yurtdışında yaşayanlar her şeye sahipler belki de, ama bizdeki sıcaklık ve samimiyet gibisi yok…
Şimdi seneler geçti, bu olayı unuttum gitti. Arada bir bazen hatırlarım, ve ürperirim. Buz çatılı şirketin, buz bakışlı adamları öyle içimi üşütmüş ki bazen bulunduğum kurumun içinde üşüdüğümde onların hala etkisinin olduğunu düşünürüm. İçimi kısa bir titreme alır, beynimi hemen boşaltır, sonra halime şükrederim.