Erkan Türe
İstanbul Şehir Üniversitesi
ABD üniversiteleri başka ülkelerden parlak ve seçilmiş üniversite (hatta lise) mezunlarını kabul ediyorlar, onlara ciddi bir yatırım yapıyorlar (Çocuklarımız Ferhan ve Elif’e 5 sene boyunca ödenen ücret ve onlardan alınmayan okul harcını topladığımızda 400 bin dolara yakın bir tutar oluşturuyor!) Bu lisansüstü eğitim dönemi seçilmiş gençlerin Amerikan sisteminden “aldığı”, yani azami yararlandığı bir dönemdir. Çok iyi üniversitelerde, çok rekabetçi bir ortamda, çok yüksek bir tempoda çalışarak kendilerini yetiştiriyorlar. Tabii sistem yapılan deneyler, araştırmalar ve üretilen bilimsel yayın ve patentlerle onların enerjisinden ve başarılı olma arzusundan en iyi şekilde yararlanıyor, bir kazan-kazan dönemidir bu. Buna 1. aşama diyebiliriz.
İkinci aşama doktoradan sonra başlıyor, başarılı mezunlara güzel iş imkanları sunuluyor. Böylece bu genç doktoralar (bazı durumlarda yüksek lisanslılar) seçilmiş kurumlarda tecrübe kazanmaya başlıyorlar, ABD sisteminden “almaya” devam ediyorlar, ama bir yandan da sisteme emekleri, öğrenme, ilerleme, yükselme merak ve çabalarıyla ciddi katkılar sağlıyorlar. Zaten akademik başarısını iş hayatında veya hocalıkta sürdüremeyenleri eleyen acımasız bir rekabet sistemi de var ABD’de.
İkinci aşamanın birkaç senesi böyle geçiyor, ülkelerinde alışkın olmadıkları ortamlarda, mekanlarda, imkanlarda ve düzenli işleyen kurallarla yaşayan bu gençler bu “alma, kazanma” döneminde (ilk iki aşamada) pek para biriktiremezler, rahat yaşarlar, sürekli öğrenir ve gelişirler, kazandıklarını büyük ölçüde harcarlar.Bazıları “artık buralı olduk” hayranlığı içindedir zaten, geride bıraktıklarını giderek öncelikler listesinde aşağıya iterler, diğerleri bu dönemlerde etrafı gezmeye ve ailelerini ziyaret etmeye de vakit ve para harcarlar.
3. aşamaya iyi yetişmiş ve kendini ispat etmiş tecrübeli elemanlar olarak gelenlerin önlerinde daha cazip bir çok iş imkanı açılır. Maaşlar senelik ve brüt olarak ifade edildiği için ülkelerinde hiç hayal edemeyecekleri kadar büyük görünen ücretler kendilerine teklif edilir, çok mutlu ve gururludurlar, yükselme fırsatları devam etmektedir zaten. Bu dönemin aldıklarını ABD’ye geri verme dönemi olduğunu çoğu ya hiç fark etmez veya seneler geçtikten sonra anlamaya başlar. Çok yoğun bir tempoda çalışırlar, işleri hiç bitmez, eve de iş getirirler, hafta sonları da çalışırlar. O büyük ücret rakamlarından geriye fazla birikim kalmaz, tam bir tüketim toplumu olan ABD’de pek az olan boş vakitlerinde insanın başını döndüren alış-veriş yerlerinde keyifle para harcarlar. Şanslı olanları baştan evli gelmiştir, daha az şanslı olanları geldikten sonra evlenmeyi başarır. Şanssız olanlar ise bekar gelip öyle kalanlardır, bir bakarlar ki yaşları 30’ların sonuna doğru hızla gidiyor, ömrün ortasına gelmişler, ailelerinden ve ülkelerinden kopalı seneler olmuş, çok nitelikli bir eleman olmuşlar ama ortada ne büyük bir birikim, ne gerçek dostlar var! Bazıları için bir aile bile yok ve kurmak ta çok zor görünüyor. Henüz Amerikan rüyasından uyanmayanlar öyle devam ederler, onlar ABD’de kalıcıdırlar genelde, Amerikan vatandaşlığı almaya uğraşırlar bir yandan.
Evli olanların bebekleri doğuştan Amerikan vatandaşı olur, onlara göre bu büyük bir nimettir, büyüyünce dünyanın pek çok ülkesine vizesiz gideceğini düşünerek mutlu olurlar. Bebeklik döneminde –belki acemilik haftaları hariç– ABD’de olmak (sağlık sigortanız varsa) kolaydır, imkanlar geniştir, hele anne çalışmıyorsa...
Anne de çalışıyorsa çocuğa önce bakıcı tutulur, şanslı olanların Türkiye’den yakın akrabaları gelir ama uzun süre kalmaları zordur, çünkü dil sorunu yaşarlar, komşu bulamazlar, geride kalanların da onlara ihtiyacı vardır vs. Bakıcıdan yavaş yavaş Hristiyan terbiyesi almaya başlayan çocuk önce kreşlerde, sonra ana okulunda ve nihayet ilk öğretimde anne ve babanın gözleri önünde başkalaşmaya başlar, önce bunu çok önemli bulmazlar, “elhamdülillah” yerine “hallelujah” der, hatta bu masum ve eğlenceli gelir. Haç çıkarmaya ve “Jesus” demeye, “Jesus = God” zannetmeye başlayınca bir tedirginlik olur. Zaten baştan teslim olmuşlar için bu bir gelişme ve ortama (uygarlığa) ayak uydurmadır. Kendi kültür ve değerlerine bağlı olanlar ise ciddi kaygılar içindedirler ama genelde yapacak fazla bir şey de yoktur, zamanları da olmaz. Ülkeleri, akrabaları ve eski dostları ile olan bağlantıları giderek zayıflar, oradaki bayramları, kutsal günleri unutmaya, atlamaya başlarlar. Evli olanların çocukları büyümekte, Amerikan değerlerine göre yetişmekte ve davranmaktadır artık. Seyrek ülke ziyaretlerinde ABD’deki rahatlarını ve düzenlerini ararlar, “anne, artık evimize dönelim” demeye başlarlar. İş bu noktaya geldiğinde artık çok geç olmuştur, anne ve baba ABD’nin onları bırakmayacağını hissederler, isteseler de geri dönemeyeceklerini düşünürler. Bu teslimiyet dönemine ve psikolojisine girenler için artık ülkeye geri dönüş gündemden düşer ve dördüncü aşama başlar, bu bir Amerikalı aile gibi yaşama, bu büyük ve cazip ülkedeki hayatın kalıcı bir parçası olma dönemidir.
Dördüncü aşamayı yaşayan birkaç aileyi yakından tanıyorum, bazılarıyla ilgili de kısıtlı bilgi ve gözlemlerim var. Bu aşamada yaşları epeyce ilerlemiş insanların bir kısmı derin pişmanlık duyguları içinde oluyorlar. Geride bıraktıkları ve arkalarından hep hasretle bekleyen annelerin ve babaların üzüntüleri, cenazesinde bile bulunamadıkları en yakınları içlerinde ukdedir. Türkiye’deki sıcak, içten, beklentisiz dostluk ve arkadaşlıklar ile ABD’deki resmi, mesafeli, aynı zevklerin ve sevinçlerin paylaşılmadığı, çoğu zaman çıkar dengeleri üzerine kurulu ilişkiler çok farklıdır. Bazıları geri dönme arzusunu dillendirmeyi hiç bırakmazlar.
Biraz genellemeler yaptım ama Amerikan devşirme sisteminin başarılı olduğu durumları öne çıkarmaya ve dramatize etmeye çalıştım zaten. Yukarıda kabaca tanımladığım aşamaların değişik zamanlarında devşirilmeyi reddedip ülkesine dönenler çoktur, bunda genellikle aile ilişkileri ve sahip oldukları değerler belirleyicidir. 2. aşamanın sonuna geldiğinde veya daha öncesinde dönme kararı verenler bu gruptadır. 3. Aşamaya geçenler için dönmek giderek zorlaşır, dördüncü aşamada dönmek neredeyse imkansızdır, ancak aile fertlerini birbirinden ayırarak ve ciddi travmalar yaşayarak mümkün olabilir.
Bu sistem üzerinde bu şekilde düşünme ve bunları yazma ihtiyacını doğuran olay Berkeley’de birlikte doktora yaptığımız bir arkadaşımın yaşadıkları oldu. 30 senedir Türkiye’ye dönmekten bahseder ama önüne gelen hiç bir fırsatı değerlendirme kararlılığını gösterememiştir. ABD’ye gittikten 1 sene evlendi, 3 çocuğu da orada doğdu, kendileri de Amerikan vatandaşlığı aldı. Uzun süre iyi şirketlerde çalıştı ve çok para kazandığını düşündü. Önceleri San Francisco Körfezi civarında idi, sonra bir kriz döneminde Seattle’a taşındılar, başka bir kriz döneminde kendisi Colorado’ya savruldu, aile Seattle’da kaldı. Şimdi üniversiteyi bitirdiği halde hala işsiz büyük oğlu ve çalışmayan eşiyle kendisi Boulder civarında küçük bir kasabada arkadaşsız, komşusuz yaşıyor. İki kızı ise Seattle’da yaşıyor, büyük olan okulu bitirdi, yüksek lisans yaptı ve bir Call Center’da gece 22 sabah 6 arasında komik bir ücretle çalışıyor, küçük kız İşletme okuyor. 3 çocuğun Amerikan üniversitelerinde okuması aile bütçesine ciddi yükler getirdi. Kendileri de tutumlu olamadılar, Amerikan tüketim alışkanlıklarına kapıldılar.İçini dolduramadıkları koca bir ev almışlar, taksitlerini ödüyorlar. 3 çocuğun okul masraflarını veya okul borçlarını da baba ödüyor. Seattle’da aynı evde bile kalmaya razı olmayan 2 kızın ev kiralarını ve ailenin toplam 5 arabasının sigorta ve benzin masrafları ile 2 tanesinin taksitlerini de baba ödemek zorunda. Büyük kızı geçenlerde Türkiye’ye gönderdi ve tüm eski dostlarına rica etti, “kızıma bir iş bulun, orada kalsın, ABD’de geleceğinden endişeliyim” diye. Biz bu kızı misafir ettik ve uzun uzun konuştuk, ne yapmak istiyor anlamaya çalıştık. 7 senedir ailesinden ayrı, masraflarının yarısını bile karşılamayan ve eğitimiyle ilgisi olmayan bir gece işinde çalışıyor, doğru dürüst bir dostu yok, on binlerce dolar borcu var ve ne diyor biliyor musunuz? “Ben burada yaşamak istemiyorum, benim köklerim ABD’de, orada mutluyum ve orada yaşamak istiyorum.” 36 sene önce ailesinden kimsenin olmadığı bir ülkeye ait olduğunu, hatta köklerinin orada olduğunu zannediyor! Buyurun bakalım. Babanın neden bu kadar endişeli olduğunu ve çocuklarını “kaybetmekten” korktuğunu anlamaya çalışın. Bir yanlış evlilik (ki ihtimal çok yüksek) bir çocuğun ve ondan gelecek nesillerin Amerikalılaşması demek, peki bir doğru evlilik yapma ihtimali var mı? İşte bu çok düşük, –tabii orada kaldığı sürece– çocuk tam da bunu yapmak istiyor.
İşin daha ilginç ve çarpıcı yanı şu: Amerikalı bir aile 18 yaşına gelen çocuğuna artık masraf yapmak istemez. Ya işe girer çalışır ve çoğunlukla evden uzaklaşır, kendi hayatını kurmaya yönelir. Veya üniversiteye girer, çok özel bir öğrenci değilse okul ücretini ve diğer masraflarını borçlanarak (çoğu zaman ailesinden uzakta) okur, sonra da hayat atılı ve kendi borçlarını ödemeye başlar. Bizim arkadaşın çocukları Amerikalı gibi serbest olmak ve kendi kararlarını almak istiyorlar ama masraflarını ve borçlarını babanın ödemesini bekliyorlar. Baba da bunu yapıyor, çünkü o Amerikalı değil! Bu yaman çelişki çözülebilir mi?
Asırlar önce keşfetmek ve Allah’ın adını, dinini, Birliğini ve Eşsizliğini dünyanın her yerine yaymak için giden akıncılar gibi olmak kolay değil. Onlar yükselen galip bir medeniyetin temsilcileri ve öncüleri olarak büyük bir özgüvenle ve sağlam, içselleştirilmiş değerlerle gidiyorlar, yaşıyorlar ve örnek oluyorlardı. Hepsinin bir mesleği, zanaati vardı, kimseden yardım almadan ayakları üzerinde durabilirlerdi. Günümüzde bu görevi başka ülkelerde okullar açarak, değerlerimizi oralara taşımaya ve örnek insanlar olarak yaşamaya çalışarak yapanlarımız var. Bu örgütlü bir çalışma ve sağlam bir metodolojisi, kuruluş aşamasında maddi kaynak sağlayanları, net hedefleri var.
Yalnız bireyler, izole aileler olarak ABD’de uzun seneler kalmak ve yaşamak ciddi riskler taşıyor. Maryland’de yapımına başlayan Türk Amerikan Toplum Merkezi (TACC) bu şekildeki yalnız bireyleri ve aileleri bir araya getirerek, koruyucu bir ortam oluşturarak kültürel dönüşüme ve bozulmaya karşı önemli bir cevap oluşturabilir. Bu projenin başarılı olması ve dünyanın her yerinde benzerlerinin kurulması için dua ve gayret edelim.
Erkan Türe, 27 Mayıs 2013