Osman Arı
Makina Mühendisi
Benim için dağların, fiziki ve coğrafi varlıklarından öte anlamları vardır. Her yürüyüşüm bir dağa çıkar. Dağlar benim için özel mekânlardır. Gündelik hayatın hengâmesinden/karmaşasından, büyük şehirlerin insanı sıkan, adeta boğan havasından kaçıp sığındığım mekânlar... Dağlar fiziki olarak sanki yeryüzünü sabitleyen, allak bullak olmasını engelleyen sabiteler olmalarının yanında; sarsılan, hercümerç olan ruhları toparlayan, iyileştiren yerlerdir de. Dağ orada durur ve biz onun çağrısına uyarak dağa gideriz. Dağlar sadece günümüz modern insanın değil, geçmiş dönemlerde de peygamberlerin, filozofların, mistiklerin, sufilerin, keşişlerin, şairlerin dikkatini çekmiş ve dağ bu insanlar için bir sığınak olmuştur. Eskiden şehirler genellikle sırtlarını dağa yaslarlar, tapınaklar dağların yükseklerine yapılırmış.
Üstad Sezai Karakoç Diriliş’i anlatırken dağ metaforunu kullanır. Ve bizi “Diriliş Hunisi” dağa çağırır, ağır yüklerimizle, yıkıntılarımızla ve çürüyüşümüzle. Yine Sezai Karakoç Diriliş Çevresinde kitabında yazdığı dağ yazısında; “Her insanın içinde büyüyüp gelişen, rüzgâr akıtan, sır gümüşünü seslendiren bir dağ vardır. Hayat önünde sıkışan her insan o dağa kaçmayı hayaller hep.’’ der. Bazen “kaçışlarım’’, bazen “arayışlarım’’ yolumu hep dağlara çıkarmıştır. Bundan dolayı da hiç bir zaman dağların çağrısına hayır demedim.
Bu tırmanış da öyle oldu. 10 yıl önce çıktığım Ağrı dağına tekrar çıkma düşüncem vardı. Ancak bu yıl, pandemi sebebiyle böyle bir planım yoktu. Süphan dağına çıkma ile ilgili yaptığım bir araştırmada Ağrı dağı tırmanış programına rastladım. Program bir hafta sonra başlıyordu ve iki kişilik de yer kalmıştı. 2-3 günlük düşünme süresi sonunda gitmeye karar verdim. Ve kalan süre zarfında eksikliklerimi tamamlayarak pazar sabahı grupla buluşmak üzere Van’a geçtim. Havaalanında grubumuzla buluştuktan sonra Van’ın meşhur kahvaltısını yaptık.
Ardında yolumuzun üzerinde Muradiye şelalesine uğruyoruz. Hava yağışlı olduğu için şelalenin suyu bulanık. Öğleden sonra da Doğubayazıt vardık. Grubumuz 10 kişi, oldukça renkli bir grup ve gördüğüm kadarıyla içlerinde tecrübeli dağcılar var. Yaş ortalaması 50’nin üzerinde görünüyor. Hepsi eğitimli ve 3’ü de hanım. Hepsinin ortak özelliği ise dağları ve gezmeyi çok sevmeleri.
Doğubayazıt’a varır varmaz otele yerleştik ve ardında son eksik malzemelerimizi tamamlamak üzere çarşıya çıktık. Hava yağışlı ve serin. Ağrı dağı bulutlarla kaplı, yüzünü göstermiyor. Neyse ki hava raporlarına göre tırmanacağımız süre boyunca yağış yok. İşlerimizi tamamlayıp otele dönüyoruz. Yukarıya çıkaracağım eşyaları hazırlayıp erkenden yatıyorum.
Sabah namazında otelin penceresinden baktığımda Ağrı hafif bulutlar arasında görünüyordu. Biraz fotoğraf çekiyorum. Hava açık, yağmur bulutları dağılmış. Sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra saat 08.45’de otelden minibüsle ayrıldık. Yaklaşık 1 saatlik bir yolculuğun ardından Çevirme köyünü geçtikten sonra minibüsten indik. Ağır eşyalarımızı koyduğumuz çantalarımızı atlara yüklüyoruz. Burası oldukça kalabalık. Bizden önce Ukraynalı kalabalık bir grup gelmiş. Hava hafif bulutlu ve serin. Yürüyüş için ideal bir hava. Zirve yüzünü yine göstermiyor. Saat 10.00 civarında meyilli ve nispeten rahat bir parkurdan yürüyüşe başlıyoruz. Yürüyüşe başladığımız yükseklik 2.000 m civarında. Organizatör ve rehberimiz Faik Kayhan yurtdışı tecrübesi de olan bir dağcı. Yürüyüşle ilgili gerekli açıklamaları yapıyor ardından yerel rehberle birlikte yavaş bir tempoyla yürüyüşümüze başlıyoruz. Önümüzde zirveye kadar uzun ve zorlu bir yol var. Önceki Ağrı dağı tırmanışına başka bir rotadan, Eli köyünün üstünden başlamıştık. Bir müddet Ukraynalı grupla yürüdükten sonra Ukraynalı grubun ilerlemesi için biraz ağırdan alıyoruz. Ağrı dağı kamp kuracağımız 3200 metre çizgisine kadar bulutlarla kaplı, zirve görünmüyor ancak, kamp yeri açık.
10 yıl sonra yine Ağrı’dayım. Ağrı dağının zirvesine çıktığımda, İran’ın en yüksek dağı Damavend’e (5.671 m) çıkmayı hedeflemiştim. Nitekim 3 yıl sonra Temmuz 2013’de Damavend’e çıkmak nasip oldu. Orada da Tanzanya’da Afrika’nın en yüksek dağı Kilimanjero (5.895 m)’ya çıkmayı hedeflemiştim. Henüz kısmet olmadı. Sponsor bulmadan da biraz zor görünüyor. Kısmet artık…
Ağır tempo ve kısa molalarla yaklaşık 5,5 saatte 3.200 m’deki birinci kampımıza ulaştık. Kamp yeri oldukça kalabalık. Çoğunluğu Rus, Polonya ve Ukraynalı yabancılar oluşturuyor. Ben yükümü hafifletmek için çadırımı getirmemiştim. Kamp sorumlusu arkadaş kalabileceğim çadırı gösteriyor. Çadırıma yerleşiyorum. Yöre insanı için Ağrı dağı tırmanış organizasyonu ve rehberlik ciddi bir uğraş. 10 yıl öncesine göre daha organize ve düzenli gördüm. Her grubun sabit mutfak çadırı var. Burada sabah kahvaltıları ve akşam yemekleri aşçı tarafından hazırlanıyor. Öğleyin de çay, bisküvi ve meyve ikramı oluyor. Mutfaktan sıcak su temin etme imkânı da var. Kamp alanına yukarıdan 4.000metreden borularla su getirilmiş, (çok temiz olmasa da) sabit tuvalet var. Kamp yeri nispeten düz bir alan ve kar sınırının altında. Akşam yemeğimizi yedikten sonra güneşin batmasıyla hava birden soğumaya başladı. Bulutların dağılmasıyla (bir haftalık) ayın ve yıldızların ışıltısı altında zirve kendisini gösterdi. Yatsı namazıyla birlikte uyku tulumuna girerek uyumaya geçiyorum. Diğer çadırlardan (özellikle yabancılardan) konuşma sesleri geliyor. Bir müddet sonra hava daha da soğuyor. Kalkıp üzerime giyebileceğim her şeyi giyiyorum. Bu arada dışarı tuvalete çıkma ihtiyacım oluyor. Ay batmış, yıldızlar sanki dağın üzerine dökülüyor. Samanyolu tam da zirvenin üzerinden geçiyor. Hava ayaz kesiyor. Bu kadar soğuk olmasa da yayla kamplarında yaptığımız gibi sırtüstü uzanıp yıldızları seyretsem ama ne mümkün!
Tekrar uyku tulumuna giriyorum ancak ısınmam mümkün değil. Daha önceden İran’dan aldığım ve pek kullanmadığım üzerinde -250 C yazan uyku tulumum maalesef bu şartlara uygun değilmiş. Sabahın olmasını beklemekten başka yapacak bir şey yok. Bir müddet sonra küçük buz parçalarının kırağı olarak çadırın üzerine yağdığını duyuyorum. Çadırın iç cidarları da bembeyaz olmuş. Gece alçaktan uçan uçak seslerini andıran sesler duyuyorum. (Sabah arkadaşlar bu seslerin kamp alanı üzerinde uçan dronların sesi olduğunu söylediler.) Bunun üzerine kampın bekçisi köpekler havlamaya başlıyor. Köpeklerin havlamaları sabaha kadar kesilmedi. Bu arada (muhtemelen) kurt ulumaları kulağıma geliyor. Köpeklerin çadırların arasında devriye (!) gezerken çıkarttıkları hırıltılı nefeslerini duyuyorum.
Donmadan sabahı edebilecek miyim? Hayatımda hiç bu kadar üşümemiştim. İran’da Damaved’e çıkarken de çok üşümüştüm ama güneşin çıkmasıyla ve hareketli olduğum için bir müddet sonra ısınmıştım. Çaresiz çadırda, uyku tulumunun içinde bir sağa bir sola dönerek sabahı yaptım. Hava ağarmaya başlayınca kalktım. Her yer bembeyaz kırağı kesmiş, sular donmuş. Aşçımız da kalkmış ocağı yakmış, ocağın başında ısınıyorum. Gece üşüyüp uyuyamayan sadece ben değilmişim. Başka arkadaşlar da ısınmak için geliyorlar. Neyse ki güneş yükseldikten bir müddet sonra hava ısınmaya, buzlar çözülmeye başladı. Faik’e ve kamp sorumlusu Cuma’ya gece üşüdüğümü söyleyince; keşke gece haber etseydin, yardımcı olurduk dediler. Doğrusu gece onları rahatsız etmek istememiştim. Neyse bana bu şartlara uygun bir uyku tulumu verdiler. İnşallah bu gece yaşadığım kâbusu artık yaşamam. Sıkı bir kahvaltının ardından sırt çantalarımızı hazırladık. Bugün aklimatizasyon (yüksek irtifaya uyum) günü; 4.200 m’ye çıkıp tekrar 3.200 m kampına geri döneceğiz. Bunu vücudumuzun yüksek irtifaya uyumu için yapacağız. Aklimatizasyon yüksek irtifada tırmanış için ihmal edilmemesi gereken önemli bir konu. Yüksek irtifada oksijen yoğunluğu az olduğu için teneffüs esnasında vücudun aldığı oksijen miktarı da azalıyor ve bu da akut dağ hastalığı denen vücutta baş ağrısı, yorgunluk, iştahsızlık, mide bulantısı, uykusuzluk hatta akciğer ödemine varan ciddi sağlık problemlerinin oluşmasına sebep olmakta. 3.200 - 4.200 m arası oldukça dik ve kayalık bir zeminde küçük zikzaklar çizerek tırmanıyoruz. Hava açık, rota oldukça kalabalık. Bizim kaldığımız 3.200 m kampın haricinde iki kamp daha var. Oradan da dağcıların katılımıyla renkli görüntüler ortaya çıkıyor. Rota çok dik. Geriye doğru baktığımda sanki uçurumun kenarında duruyormuşuz gibi bir hisse kapılıyorum. Mola verdiğimizde bizden önce gelmiş diğer kampın rehberi dikkatimi çekiyor. 10 yıl önceki tırmanışta bize rehberlik yapan Zeki’yi, hemen tanıyorum. Tamamı yabancılardan (ben hariç) oluşan 7-8 kişilik grubumuza rehberlik etmişti. Biraz konuşunca o da hatırladı. Güzel ve rahat bir tırmanış olmuştu. Zeki bıkmadan, yorulmadan rehberliğe devam ediyordu.
4.5 saat kadar süren bir tırmanıştan sonra 4.200 m kampın altında yaklaşık 4.000 m rakımda K. Ağrı’ya bakan bir sırtta mola verdik. K. Ağrı birkaç gün önce yağan karla bembeyaz olmuş. Ağrı dağı ile K. Ağrı arasındaki vadideki bulut/sisin akışı gerçekten görülmeye değer manzaralar oluşturuyor.
Sırada bakalım kısmetimize hangi yüce dağ tırmanışı var? |
İktibas: Mimar ve Mühendis dergisi Sayı 116 (2020) sayfa 96-99
Yazının devamı şu linkte: mmg.org.tr/tr/yazarlar/osman-ari-32