30 Temmuz 2025

Entebbe 1976: Filistin'in tükenişi

M Akif Eyler

Yaklaşık iki yıl önce başlayan Gazze kıyımına batı dünyası neden sessiz kaldı? Çok basit bir cevabı var: 1970'lerde Filistinliler, uçak kaçırma ve diğer terör eylemleriyle özdeş olmuştu. Yaptıkları umutsuz saldırılar, daha çok masum insanları etkilediği için, batı dünyasının nefretini ve lanetini kazanmıştı. Uçak korsanlığının bir faydası olmadığını 1976 Entebbe Baskını sonucunda öğrendiler. İsrail dünyanın alkışını alırken, Filistinliler bu yolun çıkmaz olduğunu anladı ve uçak kaçırmaktan vaz geçtiler.

İçinde 248 yolcunun bulunduğu, Tel Aviv'den Paris’e giden bir Fransız uçağı 4 korsan tarafından kaçırıldı. İkisi Filistinli ikisi Alman olan korsanların kontrolündeki uçak, birkaç ülkeden reddedildikten sonra Uganda Entebbe Havaalanına indirildi. Korsanların amacı muhtelif ülkelerde tutuklu bulunan 53 Filistinlinin serbest bırakılmasını sağlamaktı. Uganda'nın diktatörü İdi Amin ise "rehinelerin hürriyetini sağlayan lider" sıfatını kazanmak istiyordu. 

3-4 gün içinde, İsrailli olmayan rehinelerin çoğu serbest bırakılmıştı. İdi Amin mutluydu, 150 yolcunun hürriyetini sağlamıştı. Kalan 94 rehine ve 12 mürettebat için gözler İsrail'e çevrilmişti. Herkes korsanlarla pazarlık yapılmasını beklerken, İsrail hükümeti rehineleri kurtarmak için olağanüstü bir plan tasarlıyordu. 

Olaydan 20 yıl sonra başka bir C-130 uçağı
Kontrol kulesindeki mermi delikleri hâlâ duruyor
SRA Andy Dunaway, via Wikimedia Commons

3 Temmuz 1976

ABD'de olağanüstü bir gün yaşanıyordu: Bütün ülke, ertesi gün yapılacak Bicentennial (bağımsızlığın 200. yıldönümü) kutlamalarına kilitlenmişti, rehineler kimsenin umurunda değildi. Akşama doğru dört C-130 nakliye uçağı ve 200 kadar komando 7 saatlik yolculuğa çıktıktan sonra İsrail hükümeti toplandı ve daha önce örneği görülmemiş bir baskını onayladı. Uçaklar gecenin ortasında Entebbe'ye vardılar ve bir saat içinde işi bitirdiler.

Açılan yaylım ateşlerde 4 hava korsanı ve 3 yerel korsan ile 3 rehine öldüler. İsrail komandoları en az 40 Uganda askerini gafil avlayıp öldürdü. Ayrıca hava limanındaki en az 10 savaş uçağını imha ettiler. Komando birliğinin başındaki yarbay Netenyahu, o gece İsrail'in tek kaybı ve milli kahramanı oldu. O sırada MIT'de öğrenci olan ortanca kardeşi Benjamin'e siyasetin yolu kanlı bir baskınla açıldı, kan dökerek yoluna devam ediyor.

http://news.bbc.co.uk/2/hi/middle_east/5101412.stm


4 Temmuz 2026 -- 50 yıl sonra

Önümüzdeki 4 Temmuz'da, bu sefer çivisi çıkmış bir Amerika'nın 250. yıl kutlamaları yapılacak. İsrail de zalim ve soykırımcı kimliğini biraz olsun saklamak ve "Kahraman İsrail" temasını hatırlatmak için yine Entebbe'yi öne sürecek, yine filmler çekilecek, yine kitaplar yazılacak. Ama dünya kamuoyunda artık Filistin değil İsrail zulüm tarafında... Aşağıdaki haritalar, bir ülkenin 70 yılda nasıl tükendiğini açıkça gösteriyor.

Filistin'in eriyip tükenişini gösteren harita
https://blog.richmond.edu/livesofmaps/files/2023/12/Picture1.jpg


Kahramanlık mı, Kalleşlik mi?

Resmi tarihte bu olay "benzeri görülmemiş bir kahramanlık" olarak kaydediliyor. Benim aklımda en az dört soru var:

  1. Dev uçakların radara görünmemek için 30 m irtifada uçtuklarını kabul edelim. Ay ışığı da olmayan gece karanlığında, kulenin yardımı olmadan ışıksız bir piste nasıl indiler?

  2. Gecenin yarısında, 20.000 nüfuslu küçük bir şehire dört uçak inecek ve korsanlar bunu nasıl duymayacak?

  3. Kulede atış üstünlüğüne sahip olan Ugandalı askerlerin hepsi ölecek ve yerdeki baskıncılar sadece bir kayıp verecek? Askerlerin hepsi uykuda mıydı?

  4. Uçakların kalkışına engel olmak çok kolaydı. Piste bir araç yerleştirmek ya da küçük bir bomba patlatmak uçakları limana hapsedebilirdi. Neden yapamadılar?

Çok makul bir komplo teorisi: Ugandalılar, gelen uçakları "dost" biliyordu ve "ateş açmayın" emrini almışlardı! Bu emirle bağlandıkları için kanadı kopmuş kuşlar gibi avlandılar. İsrail, İdi Amin'i "Nobel barış ödülü" ya da benzeri bir vaad ile kandırmıştı. Askerlerini öldürüp uçaklarını imha etmek vaade dahil değildi ama karşı taraf için her türlü kalleşlik mubahtı:

The agent stated that Amin was terrified of possible reprisals in case his troops actually fought the Israeli military, allegedly resulting in his ordering that the Uganda Army should not open fire on Israeli aircraft during a possible raid.
https://en.wikipedia.org/wiki/Entebbe_raid


Kaynaklar

BBC 2006Guardian 2016Wikipedia


29 Temmuz 2025

Fâlûce: Haritadan nasıl silindi

M Akif Eyler

20 yıl önce olmuş ve bitmemiş Fellûce Kıyımından bahsetmiyorum. 30 yıl önce olmuş ve bitmemiş Srebrenitsa Soykırımı gibi o da tez zamanda unutuldu. Biz unutsak da ayrıntıları özenle kaydedilmiş, bir gün açılıp okunacak... "Zalimler için yaşasın Cehennem" dedirten binlerce hikayeden ikisi işte...

Aslında bu yazının konusu "Fellûce'yi Hatırlamak" olacaktı. Onu ararken isim benzerliğinden Fâlûce'yi buldum, bana daha çarpıcı göründü. Fâlûce Kudüs'ün 60 km batısında, Fellûce Bağdat'ın 60 km batısında. Birisi 1949'da dümdüz edilmiş, diğeri 2004'de... İkisi de çoktan unutulmuş, tarih olmuş.

Fâlûce Pazarı, 1948 öncesi
http://palestineremembered.com/Gaza/al-Faluja/Picture82559.html

Fâlûce 80 senelik bir hikaye, hiçbirimiz o günleri yaşamadık. Lakin olayları sadece melekler kaydetmiyor, beşeri kaynaklarda da kayıtlı:
1955'de yerleşime açılan Kiryat Gat
Şimdi 65.000 nüfuslu Yahudi şehri
Sağdaki Google Maps'de Fâlûce'yi ve Menşiye'yi bulamazsınız, onları soldaki haritaya bakarak ben işaretledim. Bu iki köy 1949'da yerle bir edilmiş. Aşağıdaki iki haritaya bakın, sadece yollar aynı. Yerleşim yerlerinin hepsinin adı değişmiş, Filistin'in izi kalmamış.


Fâlûce 1945 -- Filistin'de Arap köyleri
https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Faluja_1945.jpg
(Üstüne tıklayınca daha net okunabilir)

Aynı bölge -- 2025 Google Maps
Yollar aynı, bütün isimler değişmiş


"Nil'den Fırat'a Büyük İsrail"

Haritalarda değiştiği görülen yüzlerce isimden sadece dört tanesi hakkında şu bilgiyi derledim. Hepsi 7 yıl içinde Filistin kimliğini kaybetmiş ve Yahudi yerleşimi olmuş:
Ashkelon was founded in 1949 approximately 4 km inland from ancient Ascalon at the Palestinian town of al-Majdal. Its inhabitants had been exclusively Muslims and Christians. ... Today, the city's population is almost entirely Israeli Jews.

Kiryat Gat was founded in 1954 ... just west of the ruins of the Palestinian village of Iraq al-Manshiyya ... also onto the land that formerly belonged to the village of al-Faluja.

Sde David was founded in 1955, on land belonging to the depopulated Palestinian village of Burayr.

Sde Moshe was founded in 1956, on land of the depopulated Palestinian village Iraq al-Manshiyya.

Güncel haritada İbranice bir kelime seçin, mesela Beit Guvrin. Bu yerleşim yerini Wikipedia'da arayın, Filistin zamanındaki adının Bayt Jibrin olduğunu, Türkiye'den ve Romanya'dan gelen gençler için 1949'da kurulduğunu göreceksiniz. Sanırım şu haritada görülen noktaların hepsinin böyle bir hikayesi vardır:
Bir yılda 400 köy ve kasaba boşaltılmış,
Filistinliler ya katledilmiş ya da sürülmüş.

Yenilgi böyle bir şey. Kudüs'ü ve Filistin'i 1948'de kaybetmişiz. Yukarıda gösterilen 400 yerleşim yerinde, yedi yıl içinde Filistinlilerin her şeyi silinmiş, izi bile kalmamış. Silah gücüyle Avrupa'dan gelenler orayı kendi memleketleri yapmışlar. O zaman dokunmadıkları Gazze ve Batı Şeria da yakında böyle mi olacak? Ya Şam ve Halep? Ya Hatay, Antep, Urfa? "Nil'den Fırat'a Büyük İsrail" hayali gözlerimizin önünde gerçek mi oluyor?

Kaynak:
Wikipedia ve Google Maps


1948 Tehciri
The Pritzker Family National Photography Collection, CC BY 4.0
https://commons.wikimedia.org/w/?curid=112966383


Amerikalı gençleri yeni kurulan İsrail'e 
davet eden 1952 New York Times yazısı

28 Temmuz 2025

Matbaada Sürpriz Sofra

Bir arkadaş Şevket Ağabey ile ilgili yazdıklarımı okumuş, Iddi Amin salatasını merak etmiş, ben de ona yazdım, sizinle de paylaşayım. Idi Amin Dada Oumee, 1971-1979 arasında devlet başkanlığı yapmış olan Ugandalı asker ve diktatördür.

Selam ve sevgiyle,
Sezgin Özaytekin


Ahmet Selçuk⁩ beyfendinin ricası üzerine: 

MATBAA KOKUSU VE AÇLIĞIN GÖLGESİ (!) 

Sultanahmet'in o eski matbaası, Şevket Ağabey'in sürgün dönüşüyle bir nefes almıştı. Köhne duvarlar arasında, dizgi makinelerinin tıkırtısı ve taze mürekkebin keskin kokusu, bize geleceğin haberini fısıldıyordu. Biz gençler, o bilge ama ruhu genç çınarın gölgesinde, hem yardım ediyor hem de hayatın derslerini alıyorduk. Ama karın gurultuları, bazen en coşkulu haber metinlerinden bile daha gür çıkıyordu. 

Şevket Ağabey'in keskin gözleri, bizim o gizli açlığımızı hemen sezdi. "Yahu, bir şeyler yiyelim!" dediğinde, içimizde tuttuğumuz nefes, birden boşaldı. Köfte miydi, kebap mıydı, pide miydi hayallerimiz? Sanki bir ziyafet sofrası kurulacaktı o derme çatma matbaanın ortasına. 

Ama Şevket Ağabey'in zihni, her zaman daha pratik ve daha derin bir yoldan ilerlerdi.

BEKLENMEDİK MALZEMELER VE USTA ELLERİN DOKUNUŞU

Birini taze francala için fırına yolladı, diğerini bakkala: konserve barbunya, domates, salatalık, biber ve yoğurt. Garip bir listeydi. O sırada ben, çaydanlığın fokurdamasına yardımcı olmakla meşguldüm, sanki çayın buharı, matbaanın eski ruhunu ısıtıyordu. Malzemeler toplandığında, matbaanın ortasındaki o eski sehpa, serilen gazete kağıtlarıyla bir anda pırıl pırıl bir mutfak tezgahına dönüştü. Şevket Ağabey, üç yıldızlı bir Michelin şefi edasıyla direktifler yağdırmaya başladı: "Şu büyük kaseyi yıka getir!", "Sebzeleri iyice yıkayın, salatalıkları soyun!", "Tuzu kim bulacak? Kaşık çatalı sudan geçirin." 

Her emir, bir sonraki adımı getiriyor, her birimiz sessizce ama büyük bir özenle işimizi yapıyorduk. Sanki bir orkestranın parçalarıydık, Şevket Ağabey de maestrosuydu.

İDDİ AMİN’İN SÜRPRİZLİ SOFRASI

Sebzeler, adeta bir ressamın fırçasından çıkmış gibi, büyük kasenin içine titizlikle doğrandı. Üzerine yoğurt ve konserve barbunya plakisi döküldü, sonra ustaca karıştırıldı. O an, etrafımızdaki her şey durmuş gibiydi. Dumanı tüten francalaları elimizde parçalamış, nefesimizi tutmuş bekliyorduk. 

O zaman fotoğraf çekmemiştik, Yapay zeka bunu çizdi

Şevket Ağabey'in o bilge sesi yankılandı: "Bu, 'İddi Amin Salatası'dır." 

O sıralar Afrika'da fırtınalar estiren o tuhaf liderin öngörülemezliği, bu salataya ismini vermişti. Bir metafordu bu, tıpkı hayatın kendisi gibi, basit malzemelerle ortaya çıkan beklenmedik bir mucize. "Haydi Bismillah!" dediğinde, İstanbul surlarına atılan serdengeçtiler gibi, elimizdeki ekmeklerle yemeğe daldık. Her lokma, bir zaferin tadı gibiydi.

Damakta Kalan Bir Lezzet, Gönülde Bir Hasret

O yemek, sadece midemi değil, ruhumu da doyurdu. 

Hayatımın en lezzetli anılarından biri olarak hafızama kazındı. Maddi miydi o lezzet, yoksa manevi mi? Belki ikisi birdendi. Sonraki günlerde, bu salatayı evde de yaptım. Annem, babam, eşim, çocuklarım... Hepsi bayıldı. Bazen içine biraz kırmızı soğan attım, bazen biber. 

İsminin komikliği miydi, sıcak francalanın kokusu mu, yoksa Şevket Ağabey'in o sihirli dokunuşu mu, bilemedim. Ama her yaptığımızda, yüzlerde bir gülümseme beliriyordu.


Şimdi pek yapmıyoruz. Belki de Şevket Ağabey'in yokluğunu hatırlatmasın diyedir. Onun o matbaadaki varlığını, o sakin sabahları, gazete kağıdına serilen o sade ama unutulmaz sofrayı... Bazı lezzetler, sadece belirli bir zamanın ve belirli insanların mirasıdır. Tıpkı hayat gibi, tıpkı geçen zaman gibi...

Dr. N. Sezgin Özaytekin Altınoluk 28072025

6 Mayıs 2025

Gözden Pınara

Almula Çamdereli
Amatör sanatçı


Ayn kelimesi ile yeni tanıştım. Bu
kelimenin anlamı hem göz, hem de
su kaynağı ve pınar. Aynı zamanda
Arap Alfabesinin 18. harfi.


Sanata karşı gizli aşkım 11 sene önce açığa çıktı. O sıralar ABD’de bir üniversitenin işletme okulunda yardımcı doçent olarak çalışıyorum. Belki de o zamanki orta yaşın verdiği bir kriz durumuyla, içimde yeni bir evren, toz ve gaz bulutu haline gelmiş, büyük patlamaya hazırlanıyor gibi. Bir sabah kalkınca tatlı krizine girmiş diyabet hastası misalince resim yapma ihtiyacım nüksetti. Bu sevgi ile önceden tecrübe edinmediğim bir sektöre girdim. Bir başka uzak dünyayı öğreneyim diye çıktığım yol aslında ta kendime çıkarmış da haberim yokmuş. Hangi göz, hangi dürbün, hangi teleskop gösterebilirdi bu yolu?

Amatör bir sanatçı olarak dışavurumcu ve soyut tablolar yapıyorum. Resme, Alexandria Torpedo Art Factory’de —alay konusu olur muyum korkusuyla— cesaret toplayarak katıldığım bir dersle başladım. Meğer ders, ileri seviye sanatçılar içinmiş; bu detayı heyecandan es geçmişim. Malzemeleri alıp derse gittim. Hoca, “Haydi başlayın,” dedi. “Nasıl yani, neyle başlayalım?” sorusuna cevabı çok netti: “Fırçanız var, tuvaliniz var, boyalarınız hazır. Alın fırçayı, başlayın.” O an kafama dank etti: Bu derste bize kimse ‘çizmeyi’ öğretmeyecek. Belki de resim yapmayı hiçbir zaman ‘resmi olarak’ öğrenmediğim için tablolarım ya yamuk yumuk ya da soyut.

Bana sanatı özellikle sevdiren malzeme değil, renk değil, tuval değil; sevgili öğretmenim ve işte bu dersteki sanatçı olan arkadaşlarımın bakış açısı ve güzeli görmeye kararlılığı oldu. Benim yaptığım tabloları sevmek için illa da güzeli görmek konusunda çok kararlı olmanız gerekiyor.

Bir gün sevgili hocam tabloma bakarak “Almula neden hemen sonucu görmek istiyorsun” diye sordu. Neden olacak, mühendislikten geliyorum, işletmeciyim, danışmanlık yapıyorum; koltuğumun altında verimlilik, kalite, kârlılık ilkeleriyle geziyorum. Resmi bitirmeye yaklaştıkça, sanki tuval benden uzaklaşıyor. Belki de o beni istemiyor...

Ders gereği dönem sonunda sergilenmesi için en azından bir tabloyu bitirmek ve sergilenebilecek duruma getirmek zorundaydık. Türkiye’yi çok özlediğimi hatırlıyorum. Beynimdeki çocukluk anı defterimden bazen ailecek, bazen de sadece teyzem ve annemle ziyaret ettiğimiz Anadolu Feneri belirdi. Birden gözümün içinde bir göz daha açıldı sanki. İçimdeki göz görünce görmeye başladım. Kulaklarım işitti, ellerim hissetti, boyalar benimle sohbet etmeye başladı. Ehlileşmek isteyen yabani at gibi bekledi tuvalim resim olmayı. 
 
Nasıl oluyor da sürece teslim oldukça resme daha hakim oluyorum çözmek zor... Şöyle uzaktan bakıp da “yahu bu mavi bütünlüğü bozuyor, bu figürün ifadesi içimdekini yansıtmıyor, artık neden istediğim gibi boyayamıyorum” vb. durumlarına çok düşüyorum. Kendimi çaresiz hissettiğimde de bu sancıların ve sıkıntıların aslında eninde sonunda ortaya çıkacak ürünün bir parçası olduğunu aklımda tutturuyor bir şekilde fırça.

Gelelim ayn’ın pınarına. Bitince bir resim, gerçek ödülü bu. O an var ya, bitti diyebilmek, işte o da benim pınardan içtiğim şeker gibi suyun ta kendisi! Bana müsaade, ikinci orta yaşıma erişmeden çıkarılacak ürünler var. En iyisi, gerçek pınardan su içmek nasip olsa hepimize.

18 Kasım 2024

Erkan Türe

1994'de Bilkent lojmanlarında komşu olduk ve yakından tanıştık. Daha sonra Marmara Üniversitesinde ve TÜSSİDE'de ortak bir vizyona hizmet ettik: güneşi hedefledik ve yıldızlara ulaştık. 2005 ortasında Saraybosna Üniversitesinin kurucu rektörü olarak bizden ayrıldı. Bu özveriyi hiç unutmadım, "Bosna'ya milletçe borçluyuz" derdi. İstanbul'a döndüğü zaman kendisini başka bir kurum bekliyordu, Şehir Üniversitesinde eşi bulunmaz bir fakülte kurdu. Sonra bir kere daha Saraybosna... Ömrünü gayretle ve doğrulukla tamamladı. Hakikaten "iyi bilirdik", hem çok iyi olarak bilirdik.
M Akif Eyler

Kurucusu olduğu Saraybosna Üniversitesinin duyurusu

Erkan Hoca deyince aklıma kalite geliyor. Kendisinin Endüstri Mühendisliğindeki Öğretim Üyeliği kaliteyi bir bilim olarak özümseyip yayması bir yana, gerçek hayattaki tüm uygulamalarda işlevselleştirilmesi onu birçok açıdan farklılaştırıyor, öne çıkarıyordu. Kaliteden tavizsiz tavrı, profesyonel iş anlayışı, hiç durmadan ve her şart altındaki çalışkanlığı örnek olacak nadide özelliklerindendi. Allah (CC) rahmet eylesin, sevdiklerinin başı sağolsun, mekanı cennet olsun.
Murat Doğruel


Erkan Türe ile 1987 yılında Yeşilköy havalimanında tanıştık. O da benim gibi, ailesiyle Umman Sultanlığı’nda başlayacağı yeni işine gidiyordu. Orada bir avuç Türk ailenin birbiriyle kaynaştığı güzel bir ortam oluştuysa, bunda Erkan’ın misafirperver ve hoşgörülü yaklaşımının büyük payı vardı.

Erkan bu dünyada iyilik ve güzelliğin gerçekten var olabileceğini bana göstererek benim hayatımı değiştirdi. Onunla bulunduğum ortamlarda hep onu izlerdim. Karşısındaki insana “Sen kıymetlisin,” hissini verir, mutlu olmasını sağlardı. Bütün doğruları kesin bildiğini zanneden ben zamanla, onun sayesinde hoşgörülü oldum.

Torunu küçük Mısra’nın onun kabrine toprak attığını gördüğümde “onun hayatının özeti işte bu,” diye düşündüm. Orada beni bekle, Erkan! Yokluğunu derinden hissedeceğiz. Nur içinde yatasın!
Bekir Karaoğlu




Sabahat Semerci


Değerli bir dost, çok iyi bir bilim insanı, vatanperver, dürüst, vefakar, fedakar ve burada sayamadığım üstün meziyetlere sahip kıymetli Erkan arkadaşımın vefat haberini aldım. Allah bu dünyadaki tüm güzel işlerini ve hizmetlerini mizanına koysun. Kabri pür nur, makamı Cennet, Ruhu şad olsun. Kendisini çok özleyeceğiz. Allah ailesine ve çocuklara sabırlar ihsan etsin.
Nüket Yetiş

Çok sevdiği İstanbul turlarından birinde -- 2024

Güzel insanlar güzel atlara bindiler ve gittiler. Bize ise arkalarından bakmak düştü. İmrenilecek bir hayat yolculuğunu tamamladı kardeşimiz. Tekrar buluşmayı bizlere nasip etsin. [Kur'an hakkında] “Korunmuş Kitap” demesini hiç unutmuyorum. Şimdi kendisi için “Korunmuş Adam” sıfatı ne de güzel yakışıyor. Korunmuş adam “Koruyanına kavuştu” daha ne olsun. Rahmet ve dua ile bir kez daha anıyorum bu güzel adamı…

Erkan Hocamı bir cümle ile anlat desen anlatamam ama şuna eminim. Şefkat ve merhametin, iyiliğin hep sembolü oldu. Her zaman ve durumda o duruşunu değiştirmedi. Sanki bu dünyaya ait değilmiş bir vakur sahibiydi. Şahsen ben hayatım boyunca kendisini hayırla anacağım.
H Murat Mercan


Rahmetli Erkan hocamızı hep güler yüzü, çocuklara olan sevgisi ve merhameti ile hatırlayacağız. Bilkentte komşu olduğumuz bir gün Nihal de dışarıdan eve gelmişti. Füsun ve ben de evlerine uğramıştık. Erkan hoca yemek yiyelim hep beraber dedi. Evlerinde hazırlık yoktu. Biz kalmak istemedik, ısrar etti rahmetli Yusuf Ziya İrbeç hocamızı ve Murat’ı da davet etti. Misafirler tam, yemek yok ortada. Erkan hoca mutfağa girip hepimize tost yaptı, çay ve tostlu akşam yemeğinin tadını hala unutmadık. Her işte bir kolaylık ve pratik çözüm bulurdu. Allah ruhunu incitmesin, biz ondan razıydık.
İnci Mercan

Malabadi Köprüsünde -- 2009

Erkan hocamdan bana yansıyan, hep gülen bir yüz, sevecen bir bakış, insana temas eden bir alaka oldu. Bir de aklımda şu kaldı; bir akşam sohbetinde 40lı yaşlarında akademideki “hoca-akademisyen” çizgisini belirlerken, yayın yaparak hizmet etmenin önüne, insan yetiştirmeyi koymayı daha faydalı bulduğunu söylemişti, halen düşünürüm bunu…
İmre Ö Eren


Ofislerimize kapanıp akademik makale yazıp bilimsel itibarımızı yükseltmek yerine bilgi, enerji ve zamanımızı bize emanet edilen parlak gençlere adayıp iyi insanlar ve iyi mühendisler yetiştirmeye çalıştık. Başarılı olduk. Ben amel defterimde bunlarla Hesap Gününe gitmeyi tercih ettim, hiç pişman değilim.
Erkan Türe


Mezunlarımızdan bir hediye -- Ekim 2024

Çok kıymetli kardeşimiz Erkan Türe ile 1997’de tanıştım, Marmara Ü Endüstri Mühendisliği Bölüm Başkanımız idi. Onunla çalışmak büyük zevk idi. Öyle başlayan dostluğumuz, o ve diğer harika insanlarla birlikte, bugün gururla hatırladığımız işler yapmak talihine erdiğimiz MÜMF, TÜSSİDE, Şehir Üniversitesi yılları ve emeklilik sonrasında da sürdü. Onun akademik liyakatı, üstün ahlakı, menziline girmiş herkese gösterdiği ilgi ve şefkat, çalışkanlığı gibi üstün özelliklerinden bahsetmek gerekir mi, bilmem, hepimizce malum. Öğrencileri gibi bizler de çoğu sıkıntımızda onun rehberliğine başvurduk, başarımız olduysa çoğu defa sevincimizi onunla paylaştık. Hayatına dokunduğu herkesi menzilinde tutmak gibi az bulunur bir özelliği vardı. Onun yokluğunu derinden hissedeceğiz. Nur içinde yatsın. Allah onu rahmeti ile, merhameti ile muamele etsin. Cennetinde yer versin.
Güldal Büyükdamgacı


Vrelo Bosna'da kış -- 2008

Türe Ailesiyle Bilkent'te komşuluk-arkadaşlık münasebetimiz İstanbul'da 30 yıl süren ahbaplığa dönüştü. Erkan kardeşimizin Bosna'daki başarıları ve yetenekli hamleleri onur verici ve takdire layıktır. Yüce Allah, Ahirette de razı olduğu kullarından etsin, sevdikleriyle buluştursun...
Seher Eğler


1992 yılında Bilkent Üniversitesi ekonomi bölümünde doktora çalışmalarıma başlamıştım. 1999 yılına kadar süren bu dönemin hayatımın en güzel dönemlerinden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu süreçin güzelliğinde kendimi içinde bulduğum sosyal çevrenin etkisinin çok büyük olduğunu da rahatlıkla söyleyebilirim. Erkan hocam bu çevrenin en renkli kişilerinden biriydi. Henüz daha iki yıllık evliydim. Erkan hocamın ve Nihal ablamın öyle güzel bir birliktelikleri vardı ki, eşime "biz de böyle olalım" demekten kendimi alamamıştım ve onları bizim için bir rol model olarak görmüştüm. Sonra onlar İstanbul'a taşındılar ama irtibatımız hiçbir zaman kesilmedi. Zaman zaman İstanbul'da zaman zaman da Ankara'da görüşmeye devam ettik. Kızları Reyyan'ın ve bazı aile büyüklerinin Ankara'da yaşıyor olması sık sık Ankara'ya gelmelerini sağlıyordu ve bize de onları görme fırsatını buluyorduk. Halen devam etmekte olan bir seyahatname yazma hayalim çerçevesinde yazdığım denemelerimi okuyup bana yorumlar yapmasına minnettarım. Hocamı anlatmaya elbette ki bir paragraf yetmez ama "mekanın cennet olsun hocam" diyerek bitirmek istiyorum. 
Sıdıka Başçı

Marmara Mühendislik anıları -- 2000

Ürdün'de, Yermuk Üniversitesi, İstatistik Bölümünde Türe Hocamızın Ürdünlü öğrencisiydim. Eğitim dilimiz İngilizceydi. Hocamız, derslerimizde hep güler yüzlüydü, şaka yapardı, şakacıydı ve dindardı. Her derse girdiğinde muhakkak başka bir elbise ile gelirdi. İstatistik formülleri bizde çoktu ve kendisi bize şöyle söylerdi: "Ben bunları ezberlemekte zorlanıyorum". Bunun için bize ezberletmezdi. Sınavlarda kitabımızı açarak formülleri yazardık. Arap hocalar ve öğrenciler, kitap açık sınavı garipsemişlerdi, hiç görmedikleri bir uygulamaydı. Bütün öğrenciler, Türe Hocamı, çok severdik, onun ders saatini sabırsızlıkla beklerdik. Mehmet Nuri Hoca ile birkaç defa evimize davet ettik, annem Şamlıydı, ona Şam yemekleri de yapardı. Babam, kardeşlerim, ailecek onu çok severidik. Ölümüne çok üzüldük. Allah ğani ğani rahmet eylesin, nur içinde yatsın.
Hena GÜLER

Allah, ecrinizi büyütsün ve Rahmetlinin mekanını Cennet eylesin. Güzel insandı güzel hatıralar bıraktı. 1980'nin sonları yıllardaydı, Ürdün'de kendisinde ilahiyat alanında ilk çıkan Prof. Dr. Mehmet Said Hatipoğlu'nun editörlüğündeki İslâmî Araştırmalar Dergisini ilk sayılarından itibaren görünce çok şaşırmış ve çok takdir etmiştim. Yermuk Üniversitesi'nde, Araplar hocalarına "doktor" diyorlardı. Türe de genç doktorlardandı. Üniversite'ye, bir bisiklet almış, onunla gelip gidiyordu. Kampüsün kapısından girerken, bir keresinde güvenlik görevlisi onu durdurmuş, içeriye almamış, o da ben doktorum demiş, görevli, doktorlar bisiklete biner mi, Mersedese binerler demiş, içeri almamada ısrar etmiş, ancak kendisini ispat edince kampüse girebilmiş. Arap öğrenciler de bana bisikletli doktor diye şaşkınlıklarını anlatıyorlardı. Sonunda bir Mersedes aldı. Kendisiyle satranç oynardık tam yenileceği vakit kafasını iki eli arasına alır, oyuna bir süre bakardı, bunun anlamı kurtuluşunuz yok, "mat"sınız demekti. Daha nice niceleri... Bizi terkedişine çok çok üzüldük. Çok iyi müslüman, çok iyi dosttu. Aile ocağımızın kurucusuydu. Sanki aile temelimizin kilit taşı kaydı. Onu, ailecek hep minnet ve hayırla anacağız. Dualarımızdan eksik etmeyeceğiz. Geride bıraktıklarına, Nihal Hanım ve yegenlerimiz gençlere sabır diliyorum. Başları sağolsun...
M Nuri Güler

ODTÜ Hazırlık Okulu -- 1972
Genç Erkan alt sırada en sağda

Erkan hocamı ben hep güler yüzü ve tüm dostları birleştirici kişiliği ile hatırlayacağız. Olaylara pozitif yönden bakması ve her şey için haklı gerekçeleri ortaya koyarak yorumlar yapması arka planında da saf ve temiz bir insan olmasının en güzel örneği idi. Her durumda ortama ayak uydurmakta çok mahirdi. Bazen bizim bahçemizde Ahmet Abi ile mangal yarışına girer, bazen bürokrasideki hantallığı anlatırken aşırı derece ciddileşir, bazen olayların arkasındaki hakikatlerin bizi götüreceği noktalara değinirdi. Korunmuş kitap onun en önemli süzgeci idi. Yapmacık ve sanal çözümlerden hoşlanmazdı. Hepsinden güzel matematiği günlük yaşamda çok rahat bir şekilde kullanırdı. Bu yönleri ile hep hayırla yad edeceğiz. Mekanı cennet olsun.
Ercan Öztemel 


Erkan Hocam,
Haftalık “Cuma Dersleri” arkadaşım,
Her dersi mutlaka bir fıkra ile süsleyen dost,
Hac ve Umre Dostum,
Güzellikleri paylaşımda örnek aldığım insan,
Allah’a idrakle teslim olan Müslüman,
Secdesi gerçek secde olan mümin,
Her nimeti güzelleştiren ve şükrünü idrak ederek yiyen Müslüman,
Eşsiz meyve sularını zevkle ikram eden ev sahibi,
Sorunsuz yol arkadaşım, Gerçek takım arkadaşı,
Hayatı tüm güzellikleri ile şükür içinde yaşadı.
Ömrünün kısa olacağını biliyordu.
O kısa ömrünü bilinçle yaşadı. Örnek oldu.
Rabbim Mekanını Cennet eylesin,
Ben Cennette Erkan Hocama komşu olmak istiyorum.
Bunu bize nasip eyle Allah’ım.
Ali Demir


Linkler


26 Eylül 2024

Temiz Nazar Üzerine...

Ertuğrul Taçgın

Manevi değeri çok yüksek bir mekanda ve zamanda, kalan ömrümde yer almasını istemediğim ve hayatıma sokmayacağıma dair o makamın sahibine söz vermiş olduğum husus nazar hakkındadır. Kastettiğim nazar, niyetin kardeşi olan, bakış açısı anlamında yorumlanabilen nazardır.  Yoksa haset anlamındaki dar bir nazar değildir; aslında haset de nazarın çok özel bir şeklidir ama benim kast ettiğim genel anlamdaki her türlü nazarlardır.

Zaman zaman birbirleri ile karıştırılabilen niyet ve nazar birbirleri ile ilişkili kavramlardır ama  aynı şey değildirler. Niyet, nazara bağlıdır; çünkü, herhangi konuda niyetin oluşabilmesi için önce o bakış açısına sahip bir nazar gerekir; ancak tersi doğru değildir. Doğrudan nazar değişikliğini kast eden bir niyet olmadığı sürece, herhangi bir konudaki niyet, nazarı etkilemez; yani, nazar niyetten bağımsızdır denilebilir.

Kastetmeye çalıştığım nazar kavramını biraz daha açmaya çalışırsam; mesela, nazar vardır, mümin nazarıdır, çevresindeki eşyaya baktığında Yaratıcının ilmini, sanatını, gücünü görür ve takdir eder, huzur bulur; nazar vardır inançsız bir nazardır, her şeyin rasgele meydana geldiğini kabul ederek çevresine baktığından sürekli yok oluş ve ölümleri görür, kendisinin de öleceğini bildiğinden dehşet alır. Anneyi diğer kadınlardan ayıran özellik evladına duyduğu şefkat ve merhamet nazarıdır; bu yüzden anneler çok değerlidir. Nazar vardır, insanı veli yapar, evliya yapar; nazar vardır insanı velayet makamından indirir. Meşhur bir menkıbede, birisi dağda yaşayan, diğeri şehirde yaşayan iki evliya kardeş varmış. Dağda pek insan görmeyen evliya kardeş hediye olarak keçisinden sağdığı sütü mendiline koyup şehirdeki kardeşine ziyarete gittiği zaman, şehirde dolaşan kadınları görünce hayatını şehirde sürdüren kardeşini ayıplamış, böyle yerde evliyalık mı olurmuş diye aklından geçirdiğinde ise kerameti bozulmuş ve mendildeki sütü akmaya başlamış; çünkü önceden temiz kalmış olan nazarı bozulmuş. Halbuki şehirde yaşayan kardeş de her gün aynı şeyleri görüyordu, ancak muhtemelen hiç o gözle bakmadığından dolayı fark etmediği için, yani nazarını bozmadığı için, bulunduğu ortam evliyalığına zarar vermiyordu.

Buna benzeyen kendi gözlediğim bir olayı paylaşmak isterim. Yıllar önce üniversitenin ilk yılında öğrenci iken, güneşli bir günde, benim için değerli bir arkadaşım ile birlikte Maçka'da üniversitenin önünde yürüyorduk. Karşımızdan gelen fazlaca dekolte bir hanım yanımızdan geçtiğinde, böyle giyinerek insanları rahatsız etmeye hakları yok dediğimi hatırlıyorum. Yanımdaki arkadaşım kimden bahsettiğimi sordu, ben de şimdi yanımızdan geçen hanımdan dedim. Arkadaşım, ben fark etmedim dediğinde utanmıştım; böyle temiz nazarların da olabildiğini ilk defa orada fark etmiştim.

Nazar neden bu kadar önemlidir; çünkü her türlü kötülük önce zihinde şekillenir, zihin de nazardan beslenir. Mesela, nazar vardır hekim nazarıdır, en mahrem yerlere bakabilir; nazar vardır sapık nazarıdır, ele, ayağa, yüze bile bakması caiz değildir. Kişi nazarını temiz tuttuğu sürece kötü bir şey yapması mümkün değildir; diğer bir deyişle, her türlü kötülüğün temel kaynağı bozuk nazardan beslenen zihinde oluşmuş olan kötü niyetlerdir. Yani bozuk nazar bu kötülük zincirinin en başındaki halkadır, sonra üzerine kötü niyet halkasının eklenmesiyle kötülük için potansiyel oluşur, son halka olarak eyleme de geçildiğinde ise kötülük vücut bulmuş olur. Eğer en baştaki nazar bozulmamış olsaydı, hiç bir kötülük meydana gelmeyecekti denilebilir. Temiz bir dünyanın olmazsa olmaz kaynağı en başta temiz nazar olsa gerektir.

Dolayısıyla, kişi dostuna samimi dost nazarıyla baktığında, akrabasına akrabalık saygısı nazarıyla baktığında, diğer müslümanlara müslüman kardeşi nazarıyla baktığında, büyüklerine ve hocalarına samimi saygı ve hürmet nazarıyla, küçüklerine şefkat ve merhamet nazarıyla baktığında, kısacası her kişiye ve her duruma doğru bir nazarla baktığında zaten hiç bir kötülük  yol bulamayacağından dolayı, özellikle şu veya bu kötü davranıştan vazgeçmeye çalışmak gibi zor bir çabaya girmeye gerek de kalmayacaktır. Tersinden düşünüldüğünde ise, eğer en başta nazar temiz korunamayıp bozulursa, kişi vazgeçmek istediği kötü davranışı yapmamak için çok fazla çaba harcamak zorunda kalacak, çoğu zaman da başaramayacaktır; çünkü bozuk nazarı onu içten içe kemirecek, sonunda kötü niyetini canlandırıp, kötülük için harekete geçirebilecektir. 

Sonuç olarak, herhangi bir yanlış davranıştan veya kötü alışkanlıktan kurtulmanın, bu kötülükleri yapmamanın en kolay yolu, en başta nazarı temiz tutmakla, yani kötülük sürecini hiç başlatmamakla mümkün olabilir demek mümkündür. Eğer nazarın temiz tutulması tam olarak başarılabilirse, sadece engellenmek istenen bir kötülüğün değil, belki ilgili diğer kötülüklerin de önüne geçilmiş olabilecektir. Bu yüzden kişinin kendi kusur ve hatalarından en kolay şekilde kurtulmanın yolu olarak, zincirin en başındaki halkası olan nazarı temiz tutmak ve olumsuz her türlü nazarın engellenmesi için çok çaba harcamak olsa gerektir; böylece her birisi ayrı bir zorluk olan bir çok kusur ve hatalar ile tek tek uğraşmak yerine, en başta hiç bir olumsuz nazara izin vermemek suretiyle, hepsi ile birden topyekün baş edilebilmesi muhtemelen mümkün olabilecektir.

Herkese, her konuda saf ve temiz nazarlar temennisiyle, selam muhabbetler diliyorum.

E.T.
------