26 Ağustos 2025

ÖZGÜRLÜK, KUDÜS, MEDENİYET…

Ali Demir

Beş gün süren, endişe ve ilahi huzur dolu bir Kudüs seferinden döndük, elhamdülillah.

Bu sefer bana özgürlüğün ne kadar kıymetli olduğunu aynel yakin öğretti.

Bu sefer bana Allah’ın insana dünyada esenlik vermesine rağmen insanın nasıl dünyayı kan ve gözyaşı ile doldurduğunu gösterdi.

Bazı terimleri başlangıçta açıklamak gerekiyor;

Filistin: Allah’ın bereketli kıldığı topraklar. Günümüzde İsrail işgali altında. 

Kudüs: Filistin’in başşehri

Mescidi Aksa: 144 bin metrekarelik etrafı surlarla çevrili alanın tamamına verilen isim.

Beytül Makdis: Kutsal, kutsanmış ev. Çoğu zaman Mescidi Aksa ile eş anlamlı kullanılıyor. Ancak Beytül Makdis tanımı Hz. Süleyman'dan bu yana, 3000 yıldır kullanılan bir ifade. "Süleyman Mabedi" diye de bilinir.

Muallak Taşı: Peygamberimizin üzerinden Mirac’a yükseldiğine inandığımız büyük taş. Tabirden anlaşıldığı şekliyle boşlukta duran bir kaya parçası değil, altında bir mağara bulunan büyükçe bir kaya. 

Kubbetus Sahra: Altın renkli kubbe. Kubbetüs Sahra muallak taşını dış etkilerden korumak amacıyla yapılan bina. Cemaat ile namaz kılındığında, buradan daha güneyde olan Kıble Mescidinde namaz kıldıran imama uyuluyor. 

Kıble Mescidi: Temelinin Hz. Süleyman tarafından yapıldığına inanılan, elhamdülllah, mihrabında 5 vakit ezan okunup cemaat ile namaz kılınan mescid.

Etrafı surlarla çevrili 144 bin metrekare alana sahip Mescidi Aksa'nın çok sayıda giriş kapısı ve içinde çok sayıda mescid, namazgah, sebil, çeşme, medrese mevcuttur. 

Perşembe

Kudüs seferimiz 5 gün sürdü. Birinci gün gidiş. Zor zamanlarda yaşıyoruz. Dünya acımasız bir katliama göz yumuyor. Acımasız savaşlar devam ediyor. İstanbul’dan sabah güneşi ile birlikte havalanan uçağımız. Mısır üzerinden Ürdün’ün başkenti Amman’a gitti. Bu direkt Kudüs uçuşundan en azından 45 dakika daha uzun uçuş anlamına geliyor. Dünya için ne büyük israf!

Amman’dan kutsal şehre gitmek için 2 saate yakın bir karayolundan sonra kara sınırlarından geçiyoruz. Ürdün-Tampon bölge sınırı. Tampon bölge-İsrail sınırı. Sınır geçişleri hep sıkıntılıdır. Bu geçiş bir başka sıkıntılı oldu. Ama elhamdülillah 30 kişilik grubumuzdan sadece benim pasaportumun daha derin incelenmesi için geçen 30 dakikadan başka bir sorum olmadı. Biri bu noktaya kadar getiren otobüsümüz ile vedalaştık.  İsrail’de bizi ikinci bir otobüs taşıdı.

İlk durağımız Nebi Musa külliyesi oldu. Kudüs’ün son fatihi Selahaddin Eyyubi tarafında inşa edilmiş bu medrese Kudüs’den 30 km dışarıda.  Hz Musa makamı olarak tanımlanmış bu mekanda makam, mescid ve medrese odaları mevcut. Fetih sonrası Selahaddin Eyyubi tarafından başlatılan “Nebi Musa şenlikleri” Paskalya zamanı Müslümanlara kuvvet kazandırmak amacıyla oluşturulmuş şenlikler.  Mescid-i Aksa’dan buraya, buradan da Mescid-i Aksa’ya kadar yapılan gösterişli şenlik yürüyüşleri.
Şimdilerde ıssız ve garip bu mekandan birkaç fotoğraf çektikten sonra toparlanıp ayrılıyoruz. Hedefimiz Mescid-i Aksa. Kısa bir yoldan sonra muhteşem kubbesiyle Mescid-i Aksa’yı ilk defa uzaktan görmek heyecan vericiydi. Tekbirler getirdik, Salavatlar okuduk. Buluşma mutluluğu yaşadık. 

Bu gözlemlerimi daha sağlam bilgilere dayandırabilmek için İslam ansiklopedisinde “Mescid-i Aksa” maddesini, Wikipedia’da “Mescid-i Aksa” maddesini okumakta ve Dr. Erkan Aydın tarafından hazırlanmış “Kudüs Belgeseli” videosunu izlemekte fayda var.

Kendi okumalarımın sonunda anlıyorum ki Kudüs ve Mescid-i Aksa tam bir dinler tarihi. Tam bir insanlık tarihi. MÖ 1500’den itibaren defalarca farklı milletler tarafından yönetilmiş. Yıkılmış, yeniden inşa edilmiş. Defalarca şiddetli depremler yaşamış. Yıkılmış. İki kez “taş sütünde taş kalmayacak şekilde” yıkıma uğramış. Yeniden inşa edilmiş. 

Osmanlı, Kudüs'e 1516 yılından 1918'e kadar hükmetmiş. Özellikle surların bakımını yapmış, günümüzdeki haline getirmiştir. 

Günümüzde, resmi olarak, Mescid-i Aksa “Ürdün Evkaf Bakanlığı” yönetimi altındadır. Ama İsrail Devleti Kudüs'ü ilhak ettiğini iddia ettiği için efektif yönetim İsrail devleti otoritesi tarafından yapılmaktadır. Bu nedenle giriş kapılarında silahlı İsrail askerleri girişleri kontrol etmektedir. 

Bir süre otelde dinlendikten ve akşam yemeğinden sonra grup halinde Mescid-i Aksa’ya yöneldik. Kadim Kudüs’ü çevreleyen dış surların otelimize en yakın kapısı Zahire Kapısından girdik.  Taş zemin yollar. Dar sokaklar. Sağlı sollu Müslüman dükkanlar. Güneşin batmış olduğu akşam telaşı. Bizi gören her Filistinli “Esselamualeyküm” diyerek sevgi ile karşılıyor. 

Acaba Mescid-i Aksa’ya girebilecek miyiz? Endişe, heyecan belki biraz da korku. Düşünebiliyor musun? Onca yol gitmişiz. Sadece Mescid-i Aksa’da namaz kılmak için. Ya giremezsek! Grubumuzun önündeki rehberimiz, enerji dolu, heyecan dolu minicik kızımız Nur Sima Bab-u Hıtta’daki silahlı askerlerle konuştu. Aaa, giriyoruz Mescide. İşte avlunun içindeyiz. Karşımızda Kubbetüs Sahra. Muhteşem. Elhamdülillah. 

Kubbetüs Sahra 2025

Doğruca, sembol olan bu mescide yöneldik. Bu, Muallak taşı üzerine yapılmış altın kaplamalı kubbesi ile Kudüs’e sembol olmuş bir mescit. Kıble tarafındaki kapısından girdiğimizde, Allah’ın takdiri ile, bir kişi bizi Muallak Taşının altındaki mağaraya yönlendirdi. Biz de mağaraya indik ve akşam namazımızı kıldık. 

Etrafı ahşap panellerle çevrili bu taş, peygamberimizin (SAV) Miraca çıktığı nokta olarak biliniyor. Yani peygamberimizin ayak izlerini taşıyan bir mekandayız. Öncelikle Gazze için Filistin için dua, dua, dua…

Muallak Taşının üstten görünüşü
https://commons.wikimedia.org/w/index.php?curid=2490663

Akşam namazından sonra Yatsı namazı için Kıble Mescidine indik. Burada beş vakit namazın cemaat ile kılındığı mekan. Revaklar, şadırvanlar, selviler ve yumuşacık atmosferi ile insanı sarmalayan, huzur veren, uluhiyetli bir avlu burası. Şadırvanın yanı selvinin altı buluşma noktamız. Aşağıda aynı mekanın 1890-1900 yıllarındaki görünümü ve hemen altında benim aldığım görüntü. 

 1890-1900 yıllarında Kıble Mescidi

Kıble Mescidi 2025

Yukarıdaki 2 resimde gördüğünüz 150 yıldır yerinde duran şadırvan ve çevresindeki selviler bizim de grup arkadaşlarımızla buluşma mekanımız oldu.

21 Ağustos Perşembe günü sabah erken İstanbul’da başlayan gün, yatsı namazında grupla buluştuğumuz bu mekanda tamamlandı ve artık otele dönme vaktidir.  Çünkü yarın Cuma ve sabah gün erken başlayacak.


Cuma

Cuma namazını Mescid-i Aksa’da kılabilecek miyiz? Hep arzum olmuştu. Bu seferde de hep heyecan noktası oldu. Bazen kendi kendime Cuma namazını Mescid-i Aksa’da kılabilsem her şeye değer demişimdir. 

Otele döndüğümüzde sabah 04.05’de çıkalım diyerek sözleştik. Hedefimiz Mescid-i Aksa’da Teheccüd kılabilmek. İnşallah nasip olur. 

Evet saat 04.05 ve biz otelden çıkıp Mesid-i Aksa’ya yöneldik. Babüz Zahire’den gireceğiz. Girince sola dönüyoruz. Dar sokaklar. Hafif yokuş aşağı bazen merdivenli taş döşemeli sokaklar. Burası bizim yolumuz oldu artık. Yolun sonundan sola döndüğümüzde sağımızda Harem-i Şerifin duvarları var. Hedefimiz i yine Babul Hıtta’dan girmek. Kapının olduğu sokağa girdiğimizde kapıda silahlı İsrail askerlerinin durduğunu görüyoruz. Bizi evimize alacaklar mı?  Ne garip değil mi? Camiye gireceğiz ama silahlı askerlerin izni olursa girebileceğiz. İşte “özgürlük” başlığı bunun içindir. Ülke işgal altındaysa yani özgür değilse camide ibadet bile izne tabi oluyor. Acı gerçekten. Bu acıyı burada bulunduğumuz her gün ve Mescid-i Aksa’ya girmek istediğimiz her seferde yaşadık. Giremediğimiz vakitler de oldu. 

Silahlı asker “Are you from Turkey?” diye sordu. Soruyu duymazdan geldim. Yürümeye devam ettim. Engel olmadı. Evet elhamdülillah avludayız artık. Girdik yani. Huzur dolu bahçedeyiz. Serin selviler, ecdad yadigarı yapılar ve karşımızda Kubbettüs Sahra.  “Huzur dolu bahçe” diyorum evet bu seferi zor kılan da bu. Burası an itibariyle huzur dolu bahçe ama yakın çevresi de uzak çevresi de yangın yeri. Birinci duvarların dışı yani “Kadim Kudüs” her an patlamaya hazır bir ortam. İşgalci yahudinin sürekli tahrik dolu bakışları, eylemleri. Uzak çevre Gazze’de katliam! Acı. İç içe duygular. Girift ve cevapsız sorular. 

Bugün 22 Ağustos Cuma. Programda kahvaltı sonrası tüm gün Mescid-i Aksa gezisi var. Sabah 09.00’da otelden çıkarak başlayan gezi gün boyu atılan 20 bin adım ile tamamlanmış. 

Rehberimiz önde yine dar sokaklardan giderken durdu ve sol yan duvarda asılı olan işgalci bayrağına dikkatimizi çekti. Burası Kadim Kudüs ve burası esasen bir Müslüman mahallesi. Ancak gördüğünüz gibi çok kısa bir süre önce bilinen taktiklerle bu evin kullanılmadığı bahanesiyle ev işgal edilmiş ve bir Yahudi bu eve yerleştirilmiş. Bu hep yapılan bir işgal taktiği. 

Rehberimiz Babül Hıtta’dan giriş izni alamadı. Olsun, bundan da bir hayır vardır dedi ve devam ettik. Bizi surların doğusundaki sahabe mezarlığına götürdü. Burada yatan iki sahabe mezarını ziyaret edip Fatihalar okuduk ve dualar ettik. Geri döndüğümüzde Babül Esbat’dan sorunsuz Mescid-i Aksa’ya girebildik. Ve ziyaretimiz başladı. 

Aşağıdaki bilgileri Yapay Zeka’dan sorgulayarak edindim. Mescid-i Aksa’nın etrafı yüksek surlarla çevrili. Bu surlarda 15 kapı mevcut. Günümüzde bunlardan 11’i açık, 4’ü ise kapalıdır. 

Bu girdiğimiz kapıdan itibaren Mescid-i Aksa’nın güney tarafında medreseler var. Eğitim için kullanılan bu mekanların bazıları hala aktif. Bu yüzdendir ki Mesicid-i Aksa İslam toplumunda ilim merkezi olarak bilinir ve pek çok telif eser burada yazılmıştır.

Güney duvarı boyunca yürüyüşümüz devam ederken gelen ikinci kapı Babül Hıtta. En çok bu kapıdan giriş-çıkış yaptık. Çünkü otelimize en yakın kapı burası. Babül Hıtta’dan batı tarafına ilerlerken bir Osmanlı eseri ile karşılaştık. 2. Mahmut tarafından yaptırılmış bir sebil ve bir namazgah. 2. Mahmut Mescid-i Aksa’ya çok değer vermiş. 

Kuzey ile Batı cephesinin kesişim köşesi

İç avluda revakların da olduğu Batı duvarı en çok kapının olduğu kenardır. Çünkü şehir yani Kadim Kudüs, Mescid-i Aksa’nın Güney ve Batı kısmındadır. Babül Kattanin hemen çarşıya açılan bir kapı. Cuma namazı sonrası bu kapıdan çıktık.
 
Mescid-i Aksa’nın Batı cephesinde revaklar var

Batı tarafının en son köşesinde Burak Mescidi var. Bundan sonrası Yahudilerin Ağlama Duvarı olarak kullandıkları peygamber efendimizin İsra esnasında Mekke’den gelerek Burak isimli bineğini bağladığı duvarda yapılan bir mescid burası. Döner bir merdivenle aşağı indiğimizde küçük serin bir mekan burası. Sembolik olarak duvarına da bir halka iliştirilmiş. 

Burak Mescidinden çıktıktan sonra Güney sınırdan yürüyoruz. Burada bir İslam eserleri Müzesi var. Bugün kapalı olduğu için ziyaret edemedik. Müzeden Kıble mescidine kadar olan alanda Helenistik dönem sütun başlıkları mevcut. Bu taşların peygamber efendimizin buraya gelişine şahitlik ettiği söylenir. 

Ve Mescid-i Aksa’nın kıble tarafında yer alan Kıble Mescidine eriştik. İlk olarak Hazreti Ömer’in Kudüs’ün anahtarlarını teslim almak için geldiği zamanda iptidai malzemelerden yaptırdığı mescid olarak bilinen bu yapı defalarca yapılmış, yıkılmış, yakılmış, işgal edilmiş bir mescid. Bugün, Kıble Mescidi’nin batı köşesinde bir alan Ömer Mescidi olarak adlandırılıyor. 

Kıble Mescidinin içinden bir görünüş
 
Rehberimiz özellikle minbere dikkatimizi çekti. Şam Atabeyi Nureddin Zengi, Kudüs’ü fethedeceğine inandığından Mescid-i Aksâ’ya konulmak üzere Halep’te sanat değeri çok yüksek, abanoz ağacından  bir minber yaptırmış. Fiili duanın gücü bu işte! 20 yıl geçmeden, 1187'de Selahadin Eyyubi'ye fetih nasip olunca, çivisiz Kündekâri tekniği ile yapılan minber buraya yerleştirilmiş. O nadide eser 1969’da fanatik bir Yahudi tarafından yakılmış, yanan parçalar dışarıdaki İslam Eserleri müzesinde sergileniyor. Mevcut minber yine Kündekari tekniği ile yakın zamanda Türk ustalar tarafından yapılmış. 

Bu kundaklama saldırısını Sezai karakoç şiirine yansıtmış ve “Ey Yahudi” başlıklı şiirini yazmış:
….
Sıkıştığın her sefer seni kurtaran
Seni koruyan Acımasından ötürü senin kendisine sığınmanı
kabul eden
Kerim, cömert, mert bir ümmet için
İnsanlığın son ümidi bir ümmet için 
En büyük kini duymaktasın
demektedir. Aradan 50 yıl geçmiş olsa da bugün de geçerli, Yahudi'nin bu nefreti. Her vardığımız giriş kapısındaki silahlı askerler “are you form Turkey?” diye sorarak daha cevap vermeden “geri dön, giremezsin” diyerek bu nefreti açık ettiler. Olsun. Bu bizim için, insanlığın son ümidi ümmet için hep gurur oldu. 

Kıble Mescidinde Zekeriya peygameberin mihrabı, Meryem Aleyhiselamın Allah’tan ikramlar aldığı mekanının olduğuna inanılan bir makamı var. Yine hemen yanında bir de kırklar mescidi var. Bu mekanda sabah namazından sonra bir süre zikir yapılmış biz de zikre katılmıştık. 

Kıble Mescidinden çıkınca, hemen sağda uzun bir merdiven ile inilen bir başka mescit daha var. Burası aynı zamanda bir kütüphane. Dedik ya, Mescid-i Aksa bir ilim merkezi.

Mescid-i Aksa’nın Güzey cephesiyle doğu cephesinin kesişim yerinde Marwan Mescidi var. Esasen Mescid-i Aksayı en kapsamlı biçimde inşaa eden Emevi halifesi Marwan olmasına rağmen onun adının verildiği bu Marwan Mescidi en son külliyeye mescid olarak kazandırılmış 5000 kişini aynı zamanda namaz kılabildiği bu mekan zemin altında. Mekanın temizlenmesi sırasında İşgal güçleri araç kullanımına izin vermediğinden bir insan zinciri ile molozların ta Kuzey cephesine taşındığını anlattı rehberimiz. 

Bugün Cuma namazı öncesi son durağımız Babür Rahme Mescidi. Yani kapalı olan Babür Rahme'nin iç avlusunda merdivenle inilen mütevazi bir mekan burası. Gazzali “İhyâ-i Ulûmid-dîn” adlı muhteşem eserini bu mescitte yazmış Dedik ya Mescid-i Aksa ilim merkezidir. İşte ispatı.

Cuma vakti yakın olduğu için bu mekanda Cuma namazı için bir süre bekledik. Dinlendik ve Kıble Mescidinde okunan ezan ve okunan hutbe sonrası Cuma namazımızı kıldık. Namaz sonrası da bir süre bekledik. Hadi gidelim artık diye toparlanıp ana yola çıktığımızda bir de ne görelim tam bir insan seli Kıble Mescidi’nden Kuzey kapısına doğru akıyordu. Huzurlu, sakin, mutlu bir insan seliydi bu en az 10 dakika durup bu akışı seyrettik. 
 
Kubbetüs Sahrayı solumuza alarak, Babül Kattanin'den çıkıp sağlı sollu küçücük dükkanların olduğu çarşıdan geçerek bir baharatçıdan Zahter satın alıp otelimize döndük.


Cumartesi

23 Ağustos, Cumartesi, Kudüs’deki en sert günümüz oldu. Çünkü o bir Şabat günü. Yahudiler için kutsal gün ve tatil günü. 

Sabah 04.05’de otelden ayrılıp Zahire kapısına geldiğinizde kapıda çok sayıda silahlı tam teçhizatlı askerlerin olduğunu gördük.  Dün yoktu bunlar. Yanlarından biz geçtik ama bizden sonraki arkadaşlarımızın sur içine dahi geçmelerine bu askerler izin vermemiş.

Kadim Kudüs olarak adlandırılan sur içinde sabahın bu erken saatinde kadınlı, erkekli, çocuklu, iyi giyimli, lüleli, eteklerinden sarkıtlı Yahudilerin de heyecanlı biçimde bir yerlere gittiklerini gördük. Cumartesi günü ağlama duvarına gidiyorlar ve orada kendilerince ibadet ediyorlarmış.  Erkeklerin çoğunun başında tipik siyah renkli fotör şapkaları var. Bazılarının da kafalarında 40-50 cm çapında, 20 cm yüksekliğinde siyah bir başlık var. Sanki kafalarının üzerinde bir kazan taşıyorlar. Bunların Rus Yahudileri olduğunu söylemişti rehberimiz. 

Dar, taş döşeli yollardan Babül Hıtta’ya vardığımızda kapıdaki tam teçhizatlı silahlı askerler bizi içieri almadı. Döndük, bir başka kapıya yöneldik. Bu batı tarafındaki bir kapı idi. Kapıya vardığımızda askerler kaba bir biçimde ve yüksek sesle bize geri dönmemizi söyledi. Ben de “Why are you shouting so loud?” dedim. Biraz sakinledi ama bizi geri doğru yönlendirdi. Bunun üzerine biz de seccadelerimiz açıp burada namaz kılalım diye çantalarımıza davrandık. Aaa, hepten çıldırdılar. Tüm askerler hep birlikte üstümüze yürüdüler. Baktım bu olmayacak aradan da uzaklaştık. Bir diğer kapıya giderken gruptan başka arkadaşlarımızın da içeri alınmadıklarını gördük. Bu süre içerisinde ezan okundu. O kapıdan bu kapıya giderken sabah namazı vakti girdi. 

Baktık bugün içeri giremeyeceğiz. Sokakta uygun bir yerde sabah namazını kılma kararı aldık. Ve hemen yol kenarında genişçe bir alanda saf tuttuk. Toplam belki 20 kişi önde imam arkadaşımız sabah namazını eda ettik. Biz namaz kılarken yoldan pek çok Yahudi şabat kıyafetleri içinde yanımızdan geçti ve hayretler içinde bizi seyrettiler. 

Bugün ilk kez Mescid-i Aksa’ya sabah namazı için giremedik. Çaresiz, üzgün, kırgın, kızgın kahvaltı için otele geri döndük.  Çünkü bugün 09.00’dan başlayarak Kadim Kudüs’ü rehberimiz eşliğinde gezeceğiz. 

Kadim Kudüs turumuz Babüz Zahire’nin daha batı tarafındaki yer altı mağarası biçimindeki Mason tapınağından başladı. Burası uzun yıllar gizli mason ayinleri için kullanılmış. Günümüzde müze olarak adlandırılmış ve ücretli girip görülebiliyormuş.

Az daha ilerlediğimizde surlarla zemindeki dev kayaların birlikte örgülendiğini gözlemledik. Yani sur taşları zemindeki dev doğal kayaların üzerine konularak başlatılmış ve surlar kayaların üstüne inşa edilmiş. Surlar solumuzda kalacak biçimde yürüyoruz. Bu caddenin Sultan Süleyman Caddesi olduğunu bu gözlemleri yazarken öğreniyorum.  Ve Osmanlının dev eseri bir ana giriş kapısı, Şam Kapısı (Damascus Gate) ile karşılaşıyoruz. İnanır mısınız? Bunu Mimar Sinan yapmış. Yarabbi Selimiye’yi Süleymaniye’yi inşa eden Koca Mimar Sinan taa burada Kudüs’ün surlarında devasa ama nadide bir giriş kapısı inşa etmiş. Bunu talimat veren Kanuni Sultan Süleyman’a ve Koca Sinan’a rahmet olsun. Tam bir Osmanlı mimarisi. Mütevazi ama muhteşem. 
  
Şam kapısı ve grup girişimiz

Bu kapıdan Kadim Kudüs’e girdik. Burası tam bir inanç şehri. Müslüman, Yahudi, Hristiyan, Ermeni, Dürzi iç içe yaşıyor. İnsanlar iç içe, sokaklar iç içe, binalar iç içe.

İlk olarak Hz Ömer Camisi’ne gidiyoruz. Hz. Ömer’in Kudüs’ün fethinden sonra anahtarları teslim alma geldiğinde ilk namaz kıldığı yere inşa edilmiş sade küçük bir cami. İslamı temsilde mükemmel bir mekan. Temiz, canlı çiçeklerle bezenmiş. Bizi karşılayan imam arkadaş içten güler yüzlü, Mescid-i Aksa’nın imam ve müezzinliğini yapıyormuş. Çok içten, sevecen, İslamı, yüzünde temsil eden mükemmel bir insan. Bize içeride ezan da okudu. Mest olduk, Çok mutlu olduk. 

Hz. Ömer Mescidi
 
Bu mekanın dış avlu duvarında Hz. Ömer’in fetihten sonra yayınladığı Emanname hem Arapça hem de İngilizce olarak mermere işlenmiş duruyor. Tam bir islam=Barış meanifestosu bu:
 
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

Bu, Allah’ın kulu, Mü’minlerin Emîri Ömer’in, İliya (Kudüs) halkına verdiği eman belgesidir:
Onların canlarına, mallarına, kiliselerine, haçlarına, hasta ve sağlam olanlarına, bütün dinî geleneklerine emandır.

Kiliseleri mesken edinilmeyecek, yıkılmayacak, eksiltilmeyecek ve haçları ile mallarından hiçbir şey alınmayacaktır. Onlar dinlerinden dolayı asla sıkıntıya uğratılmayacak ve kimse onlara zarar vermeyecektir.

İliya halkı cizye vermekle yükümlüdür. Şayet İliya halkı, dilerse Rumların (Bizanslıların) ve Yahudilerin Kudüs’te kalmasına izin verir; dilerse onları çıkarır. Yahudiler yalnızca şehrin belirli bir mahallesinde oturabileceklerdir.

İliya halkından kim şehri terk etmek isterse, ailesi ve mallarıyla birlikte gidebilir; mallarını Bizanslılara satabilir veya yanında götürebilir. Onların hayatı ve malları, ister burada kalsın ister ayrılsın, güvenlik altındadır.

Bu eman, Allah’ın ahdi, Peygamberinin zimmeti, halifelerin ve Müslümanların zimmeti altındadır.

Şahitler:
Halid b. Velid, Amr b. Âs, Abdurrahman b. Avf, Muaviye b. Ebî Süfyan.
Yazıldığı tarih: Hicrî 15 (Miladî 636/638).

Şu metne bakar mısınız! İşte İslam bu. Şu insanlığa bakar mısınız! Koca Kudüs Fatihi bu emannameye şahitler de derç ediyor. Nasıl da kaybettik bu muhteşem güzelliği, bu muhteşem adaleti, bu muhteşen huzuru! Bu Emannameyi Mescid-i Aksa imamı bize büyük bir coşku, huzur ve güven ile okudu. Kendisinin bir başka işi varmış ayrılmak zorunda kaldı. Bize burası sizin eviniz dilediğiniz kadar dilediğiniz zaman kalabilirsiniz diyerek ayrıldı.

Daha sonra Hz. İsa’nın göklere yükseldiği yer olduğuna inanılan “Kıyamet Kilisesi”ne gidiyoruz. Burası özellikler Hristiyanlar için en önemli kilise, bu nedenle Hristiyanlar arasında çok tartışılan, uğruna savaşılan bir mekan. Çözüm olarak Kilisenin anahtarı bir Müslüman aileye teslim edilmiş ve kurulduğu günden bu yana kilisenin anahtarı bu Müslüman ailenin himayesinde. Bu sayede sorunlar çözülmüş. İslam gerçekten de böyledir işte. İslam=Barış. 

Kapıdan girince ilk gördüğümüz Hz. İsa’nın naşının konulduğuna inanılan bir musalla taşının üzerinde ağlayan, dua okuyan Hristiyanları gördük. Biz Hz. İsa’nın Allah tarafında semaya alındığını biliyoruz. O naş Hz. İsa’ya ait değildi. Duvardaki tabloda Hz İsa sehpa üzerinde resmedilmiş. Aynı sehpa üzerinde bugün dua eden Hristiyanlar da altta görünüyor.

Kilisenin her yanı resimlerle ve altı varaklarla bezeli. Buradan Hz. İsa’ya benzetilen hain Yahuda'nın sırtında çarmıhla yürüdüğü yol olan “Via Dela Rosa” boyunca maruz kaldığı işkenceleri temsil eden bir minyatürün duvarda bulunduğu bir küçük mekana geçtik. Bunların hiç biri doğru değil, çünkü çarmıhı taşıyan Hz. İsa değildi.

Bir sonraki ziyaret mekanımız, Kudüs’ü fetheden Selahaddin-i Eyyubi’nin mütevazi hankahı. Bu bir müslüman fatih olmasaydı, bugün belki de Kudüs’ün en görkemli sarayını ziyaret ediyor olacaktık. Ama Selahaddin-i Eyyubi saray için değil adalet için insanlık için Kudüs’ü fethetmişti. Bu yüzden bugüne kadar kalacak bu mütevazi yapıyı tercih etti.

Nane yapraklı çay ikramı
Bu mekanda bir müslüman aile yaşıyor ve bize duvarlarında tarihi resimlerin bulunduğu en baş odada nane yapraklı çay ikram etti. Akşama maklube ikram etmek için davet etti. Evet akşam da tüm grup olarak gelip evin hanımının bizzat pişirdiği nefis maklubeyi yedik. Ardından da cemaat yaparak açık havada akşam namazını kıldık. 

Gün daha bitmedi. Geri Mescid-i Aksa’ya döneceğiz. Grup olarak çıkıtık yola. Yine dar sokaklar. Cumartesi/Şabat olduğu için sadece müslüman dükkanlar açık. Dar yokuş aşağı Mescide doğru ilerlerken bir dükkan sahibi yolumuz kesti. “Siz Türksünüz. Size soğuk naneli limonata ikram etmeden asla geçirmem buradan”. Aman Allahım. Bu ne sevgi. Peki demekten başka çözüm de yoktu zaten. Resmen yolumuz kesmişti. Hepimize bizzat eliyle doldurduğu naneli limonataları doldurdu ve ikram etti. Teşekkür ettik. Ayrılırken sürpriz bitmedi. Durun dedi. “Şimdi sizi Türkiye’den geliyorsunuz diye kapıdan almayabilirler, oğlum da sizinle gelsin de askerlerle konuşsun sizi içeri almadan da geri gelmesin.” Delikanlı önde bizim grup arkada kapıya dyanadık. Ama ne çare? Asker olmaz girmezsiniz diyor.  Çocuk çok üzüldü. Mahçup oldu. Teselli ettik ve bir diğer kapıya doğru o da bizimle birlikte yöneldi. Elhamdülillah bu kapıdan sorunsuz girebildik. Delikanlı çok mutlu oldu. Teşekkür etmek için delikanlıyı bizzat kucakladım ve babasına selamımızı söylemesini de tenbih ettim. 

Selahaddini Eyyubi Hankah’ını gündüz ziyaretimiz ile akşam maklube yemek için yeniden gidişimiz arasında bir de Hz. Davut aleyhisselamın mezarını ziyaretimiz var. Her türden teknolojik ürün kullanmanın yasak olduğu bu mekanda resim alamadım. Tam bir türbe ziyareti gibi oldu. Kadın ve erkeklerin farklı odalarda yaptıkları bu ziyareti bu. Rehberimiz, ziyaret sırasında başımıza mutlaka takkemizi veya şapkamızı  giymemizi defalarca hatırlatt. Çünkü başı açık olan erkeklere kipa giydiriliyormuş. Mekanda yeşil örtülü makama sarılarak dua eden bir yahudi, ayakta Tevrat okuyan bir yahudi vardı. Haham olduğunu düşündüğüm bir başka Yahudi de masada Tevrat okumakla meşgüldü. Buradan ayrıldıktan sonra mekanın damına çıtık çevreyi gözlemledik. 

Aman Allahım, mekanın iki yanında da minareler var.
Dedim ya, her şey içi içe burada.

Hz. Davut ziyaretinden sonra Yahudiler için en önemli iki mekanı daha ziyaret ettik. Biri dış surlardaki Sion kapısı, diğeri Ağlama Duvarı.

Ağlama Duvarı

Bu fotoğrafı çok uzaktan aldım. Aşağıda kadın ve erkeklerin ayrı ayrı ağlama duvarına yaslandığı bölgeler görülüyor. Fotoğrafı çektiğim esnada çok az sayıda yahudi bu mekandaydı. 

Artık Mescid-i Aksa’dayız. Yatsı Namazını Kıble mescidinde kılacağız. Namaz sonrası küçük bir değerlendirme toplantısı yapalım dedik. Namaz sonrası avluda buluşup bir kenara çekildik ama mescidi boşaltacakları için görevliler uyardı, toplantımızı kemale erdirmeden çıkmak zorunda kaldık. Mescid çıkışında bir sürpriz daha yaşadık ama onu burada yazmayacağım. İTÜ’de benimle aynı yıllarda inşaat mühendisliği almış güzel mi güzel bir insanın güzel bir faaliyetine şahitlik ettik. Allah razı olsun. Özel görüşmelerde anlatırım. Böylece Kudüs’deki ikinci günümüz de tamamlandı.


Pazar

Dünkü 24 bin adım süren yorucu ama heyecanlı Kadim Kudüs gezisinden sonra bugün, 24 Ağustos Pazar, Kudüs’ün çevresindeki kutsal yerleri gezeceğiz. 

Programda, Nebi Samuel türbesi ziyareti, El-Halil bölgesinde Hz. İbrahim mezarının ziyareti, Selman-i Farisi ve Rabiatül Adeviye türbelerinin ziyareti var. Gezi Zeytin Dağında bitecek. Bu mekanlar arasında otobüs ile hareket edeceğimiz için bugün daha az yorucu olacak.

Kudüs’ün hemen dış eteklerinde yer alan Nebi Samuel türbesi hem Müslümanlar için hem de Yahudiler için bir ziyaret mekanı. Hep diyorum ya. İç içe. Bu da onlardan biri. Biz bildiğimiz bir mescid içinde makam ziyareti yaptık, Yahudiler de dışarıdan aynı mekanı akın akın gelip ziyaret ediyorlar. 

El-Halil bölgesi, Batı Şeria olarak bilinen Filistin yönetimi altındaki topraklar.  İsrail plakalı araçlar bu bölgeye girebiliyor ama beyaz zemin üzerine koyu yeşil yazılı Filistin Plakalı araçlar Kudüs’e ya da başka İsrail topraklarına giremiyor. Otobüsümüz bu bölgeye girdiğinde yaşam standartlarının düştüğü hemen görülüyor. Dükkanlar dökük, tabelalar karmaşık, arabalar kirli ve dökük, insanlar yorgun ve karamsar. İlk durağımız yine bir türbe oldu. Sonra El Halil bölgesinin daha iç kısımlarındaki Hz. İbrahim peygamber makamı. Buranı girişi tam bir eziyet. Giriş kapısında gıcırtılı dönen tam boy turnikeler var. Karanlık koridorlar. Ziyaretçileri bezdirmek için yapılmış uygulamalar. Tam teçhizatlı silahlı İsrail askerleri. "Hani Filistin yönetimiydi?" diye sorduğunuzu duyuyorum. Dedim ya her şey iç içe. Güya bağımsız Filistin Yönetimi ama güvenlik sistemi yok. 

Hz. İbrahim’in mezarının zeminden altta olduğu burada mezarı işaret eden sandukaların olduğunu söylediler. Mezarların olduğu alt kısmı aydınlatan kandillerin sarkıtıldığı bir kuyuyu da açıp gösterdi görevliler. Hz. İbrahim’in mezarı yanında uzun süre kaldık. Dualar okuduk. Dünya Kur’an Okuma yarışmalarına da katılan cami imamı bize muhteşem bir Kuran okudu. İçten, samimi, duygulu, güzel.

Burada beni duygulandıran bir olay da yaşadım. Hz. İbrahim’in sandukasının yanı başına bırakılmış bir Osmanlı Sancağı. Muhtemelen siz göremiyorsunuz ama Medine Müdafii Fahrettin Paşa tarafından buraya armağan edilmiş bir sancakmış bu. Ecdadın izi işte yine karşımızda.

İç içelik burada da var. Benim sırtımı dayayıp oturduğum duvarın arkasında da ziyaret için gelen Yahudiler varmış.

 Hz. İbrahim Mescidinde kündekâri minber

Bu mescidin bir özelliği de buradaki minberin Kıble Mescidindeki minber ile aynı özelliklerde: abanoz ağacından kündekâri tekniği ile, yani çivisiz tutkalsız yapılmış olması.
 
Görevliler çıkışta para isteyen çocuklara para verilmemesini sıkı sıkıya tembihlediler. Birine küçücük bir para verdiğinizde diğerleri de akın akın üstünüze geliyorlarmış. Tembihe uyduk çok sayıda para isteyen çocuk ile karşılaşsak da hiçbirine para vermemeyi başardık.

Karmakarışık duygular içinde otobüse bindik. Bir sonraki durağımız Selman-ı Farisi Makamı ve Rabiatül Adeviye Makamı oldu. Bunlar bildiğimiz türbe ziyaretleri. Neden buradalar? Gerçekten buralara geldiler mi? Bu soruların cevabını dilediğiniz gibi verebilirsiniz. Doğruyu sadece Allah bilir. 

Bugünkü zirve noktası Mescid-i Aksa’yı tam cephe panoramik gören Zeytin Dağı. Aşağıdaki resmi wikipedia’dan aldım. Biz de buna yakın resimler çektik.
Zeytin Dağı -- by Andrew Shiva / Wikipedia, CC BY-SA 4.0
https://commons.wikimedia.org/w/index.php?curid=28600288

Bu resimde yakın planda görülenler dünyanın en pahalı mezar yerleri. Hepsi dolu değil. Bir kısmının üzerinde taşlar var. Bu mezar sahibinin kendi mezarını ziyaretin nişanesiymiş. Garip inanışlar. Ama insan bu bir şeylere inanmak zorunda. 


Burası bir seyir terası gibi düzenlenmiş olduğundan
panoramik bir grup fotoğrafı da çekmeden olmazdı.



Saatlerimizi Kudüs’e Ayarlayalım

Bu görüntü ile bir Kudüs aşığı Kudüs sevdalısı Nuri Pakdil’e atıf ile “Saatlerimizi Kudüs’e Ayarlama” sözü ile Kudüs seferimizi tamamladık elhamdülillah.
 

Son olarak

Sezai Karakoç’a göre Kudüs, İslâm medeniyetinin kalbi, Mescid-i Aksa ise dirilişin sembolüdür.
Onun özgürlüğü, bütün Müslümanların özgürlüğü anlamına gelir.
Biz ondan Kudüs’ün bir “Tanrı şehri” olduğunu öğrenmiştik (Gün Doğmadan, syf. 627):
“Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir.
Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri.”

Öte yandan, Nuri Pakdil, Kudüs’ü yalnızca bir şehir olarak değil, bütün bir inanç, medeniyet ve direniş sembolü olarak görür. Nuri Pakdil’e göre;
Kudüs bir iman meselesidir: Pakdil, Kudüs’ün herhangi bir siyasi mesele değil, Müslümanlar için bir iman davası olduğunu vurgular. Ona göre Kudüs, İslam dünyasının kalbidir. Müslüman kimliğinin mihenk taşıdır: Kudüs’ün özgürlüğü ve Müslümanların onuru arasında doğrudan bağ kurar. Kudüs esaret altındaysa Müslümanların da özgür olamayacağını söyler. Kudüs tüm insanlığın vicdanıdır: Kudüs’ün işgali sadece Müslümanlara değil, tüm insanlığa karşı işlenmiş bir haksızlık ve zulümdür. Bu nedenle Kudüs davasını evrensel bir adalet mücadelesi olarak görür.
Edebî ve metafizik yaklaşım: Yazılarında Kudüs, sık sık şiirsel ve derin bir metafizik boyuyla ele alınır. Kudüs’ü “yeryüzünün kalbi” ve “direnişin başşehri” olarak nitelendirir. 
Eylem çağrısı: Kudüs için yalnızca düşünsel veya duygusal bağlılık değil, aktif bir mücadele gerektiğini savunur. Müslümanların birlik olup Kudüs’ün özgürlüğü için sorumluluk alması gerektiğini sık sık dile getirir.

İşte bu kadar…

Ali Demir Kudüs'te, 2025

30 Temmuz 2025

Entebbe 1976: Filistin'in tükenişi

M Akif Eyler

Yaklaşık iki yıl önce başlayan Gazze kıyımına batı dünyası neden sessiz kaldı? Çok basit bir cevabı var: 1970'lerde Filistinliler, uçak kaçırma ve diğer terör eylemleriyle özdeş olmuştu. Yaptıkları umutsuz saldırılar, daha çok masum insanları etkilediği için, batı dünyasının nefretini ve lanetini kazanmıştı. Uçak korsanlığının bir faydası olmadığını 1976 Entebbe Baskını sonucunda öğrendiler. İsrail dünyanın alkışını alırken, Filistinliler bu yolun çıkmaz olduğunu anladı ve uçak kaçırmaktan vaz geçtiler.

İçinde 248 yolcunun bulunduğu, Tel Aviv'den Paris’e giden bir Fransız uçağı 4 korsan tarafından kaçırıldı. İkisi Filistinli ikisi Alman olan korsanların kontrolündeki uçak, birkaç ülkeden reddedildikten sonra Uganda Entebbe Havaalanına indirildi. Korsanların amacı muhtelif ülkelerde tutuklu bulunan 53 Filistinlinin serbest bırakılmasını sağlamaktı. Uganda'nın diktatörü İdi Amin ise "rehinelerin hürriyetini sağlayan lider" sıfatını kazanmak istiyordu. 

3-4 gün içinde, İsrailli olmayan rehinelerin çoğu serbest bırakılmıştı. İdi Amin mutluydu, 150 yolcunun hürriyetini sağlamıştı. Kalan 94 rehine ve 12 mürettebat için gözler İsrail'e çevrilmişti. Herkes korsanlarla pazarlık yapılmasını beklerken, İsrail hükümeti rehineleri kurtarmak için akla ziyan bir baskın planlıyordu. 

Olaydan 20 yıl sonra başka bir C-130 uçağı
Kontrol kulesindeki mermi delikleri hâlâ duruyor
SRA Andy Dunaway, via Wikimedia Commons

3 Temmuz 1976

ABD'de olağanüstü bir gün yaşanıyordu: Bütün ülke, ertesi gün yapılacak Bicentennial (bağımsızlığın 200. yıldönümü) kutlamalarına kilitlenmişti, rehineler kimsenin umurunda değildi. Akşama doğru dört C-130 nakliye uçağı ve 200 kadar komando 7 saatlik yolculuğa çıktıktan sonra İsrail hükümeti toplandı ve daha önce örneği görülmemiş bir baskını onayladı. Uçaklar gecenin ortasında Entebbe'ye vardılar ve bir saat içinde işi bitirdiler.

Açılan yaylım ateşlerde 4 hava korsanı ve 3 yerel korsan ile 3 rehine öldü. İsrail komandoları en az 40 Uganda askerini gafil avlayıp öldürdü. Ayrıca hava limanındaki en az 10 savaş uçağını imha ettiler. Komando birliğinin başındaki yarbay Netenyahu, o gece İsrail'in tek kaybı ve milli kahramanı oldu. O sırada MIT'de öğrenci olan ortanca kardeşi Benjamin'e siyasetin yolu kanlı bir baskınla açıldı, kan dökerek yoluna devam ediyor.

http://news.bbc.co.uk/2/hi/middle_east/5101412.stm


4 Temmuz 2026 -- 50 yıl sonra

Önümüzdeki 4 Temmuz'da, bu sefer çivisi çıkmış bir Amerika'nın 250. yıl kutlamaları yapılacak. İsrail de zalim ve soykırımcı kimliğini biraz olsun saklamak ve "Kahraman İsrail" temasını hatırlatmak için yine Entebbe'yi öne sürecek, yine filmler çekilecek, yine kitaplar yazılacak. Ama dünya kamuoyunda artık Filistin değil İsrail zulüm tarafında... Aşağıdaki haritalar, bir ülkenin 70 yılda nasıl tükendiğini açıkça gösteriyor.

Filistin'in eriyip tükenişini gösteren harita
https://blog.richmond.edu/livesofmaps/files/2023/12/Picture1.jpg


Kahramanlık mı, Kalleşlik mi?

Resmi tarihte bu olay "benzeri görülmemiş bir kahramanlık" olarak kaydediliyor. Benim aklımda en az dört soru var:

  1. Dev uçakların radara görünmemek için 30 m irtifada uçtuklarını kabul edelim. Ay ışığı da olmayan gece karanlığında, kulenin yardımı olmadan ışıksız bir piste nasıl indiler?

  2. Gecenin yarısında, 20.000 nüfuslu küçük bir şehire dört uçak inecek ve korsanlar bunu nasıl duymayacak?

  3. Kulede atış üstünlüğüne sahip olan Ugandalı askerlerin hepsi ölecek ve yerdeki baskıncılar sadece bir kayıp verecek? Askerlerin hepsi uykuda mıydı?

  4. Uçakların kalkışına engel olmak çok kolaydı. Piste bir araç yerleştirmek ya da küçük bir bomba patlatmak uçakları limana hapsedebilirdi. Neden yapamadılar?

Çok makul bir komplo teorisi: Ugandalılar, gelen uçakları "dost" biliyordu ve "ateş açmayın" emrini almışlardı! Bu emirle bağlandıkları için kanadı kopmuş kuşlar gibi avlandılar. İsrail, İdi Amin'i "Nobel barış ödülü" ya da benzeri bir vaad ile kandırmıştı. Askerlerini öldürüp uçaklarını imha etmek anlaşmaya dahil değildi ama karşı taraf için her türlü kalleşlik mubahtı:

The agent stated that Amin was terrified of possible reprisals in case his troops actually fought the Israeli military, allegedly resulting in his ordering that the Uganda Army should not open fire on Israeli aircraft during a possible raid.
https://en.wikipedia.org/wiki/Entebbe_raid


Kaynaklar

BBC 2006Guardian 2016Wikipedia


29 Temmuz 2025

Fâlûce: Haritadan nasıl silindi

M Akif Eyler

20 yıl önce olmuş ve bitmemiş Fellûce Kıyımından bahsetmiyorum. 30 yıl önce olmuş ve bitmemiş Srebrenitsa Soykırımı gibi o da tez zamanda unutuldu. Biz unutsak da ayrıntıları özenle kaydedilmiş, bir gün açılıp okunacak... "Zalimler için yaşasın Cehennem" dedirten binlerce hikayeden ikisi işte...

Aslında bu yazının konusu "Fellûce'yi Hatırlamak" olacaktı. Onu ararken isim benzerliğinden Fâlûce'yi buldum, bana daha çarpıcı göründü. Fâlûce Kudüs'ün 60 km batısında, Fellûce Bağdat'ın 60 km batısında. Birisi 1949'da dümdüz edilmiş, diğeri 2004'de... İkisi de çoktan unutulmuş, tarih olmuş.

Fâlûce Pazarı, 1948 öncesi
http://palestineremembered.com/Gaza/al-Faluja/Picture82559.html

Fâlûce 80 senelik bir hikaye, hiçbirimiz o günleri yaşamadık. Lakin olayları sadece melekler kaydetmiyor, beşeri kaynaklarda da kayıtlı:
1955'de yerleşime açılan Kiryat Gat
Şimdi 65.000 nüfuslu Yahudi şehri
Sağdaki Google Maps'de Fâlûce'yi ve Menşiye'yi bulamazsınız, onları soldaki haritaya bakarak ben işaretledim. Bu iki köy 1949'da yerle bir edilmiş. Aşağıdaki iki haritaya bakın, sadece yollar aynı. Yerleşim yerlerinin hepsinin adı değişmiş, Filistin'in izi kalmamış.


Fâlûce 1945 -- Filistin'de Arap köyleri
https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Faluja_1945.jpg
(Üstüne tıklayınca daha net okunabilir)

Aynı bölge -- 2025 Google Maps
Yollar aynı, bütün isimler değişmiş


"Nil'den Fırat'a Büyük İsrail"

Haritalarda değiştiği görülen yüzlerce isimden sadece dört tanesi hakkında şu bilgiyi derledim. Hepsi 7 yıl içinde Filistin kimliğini kaybetmiş ve Yahudi yerleşimi olmuş:
Ashkelon was founded in 1949 approximately 4 km inland from ancient Ascalon at the Palestinian town of al-Majdal. Its inhabitants had been exclusively Muslims and Christians. ... Today, the city's population is almost entirely Israeli Jews.

Kiryat Gat was founded in 1954 ... just west of the ruins of the Palestinian village of Iraq al-Manshiyya ... also onto the land that formerly belonged to the village of al-Faluja.

Sde David was founded in 1955, on land belonging to the depopulated Palestinian village of Burayr.

Sde Moshe was founded in 1956, on land of the depopulated Palestinian village Iraq al-Manshiyya.

Güncel haritada İbranice bir kelime seçin, mesela Beit Guvrin. Bu yerleşim yerini Wikipedia'da arayın, Filistin zamanındaki adının Bayt Jibrin olduğunu, Türkiye'den ve Romanya'dan gelen gençler için 1949'da kurulduğunu göreceksiniz. Sanırım şu haritada görülen noktaların hepsinin böyle bir hikayesi vardır:
Bir yılda 400 köy ve kasaba boşaltılmış,
Filistinliler ya katledilmiş ya da sürülmüş.

Yenilgi böyle bir şey. Kudüs'ü ve Filistin'i 1948'de kaybetmişiz. Yukarıda gösterilen 400 yerleşim yerinde, yedi yıl içinde Filistinlilerin her şeyi silinmiş, izi bile kalmamış. Silah gücüyle Avrupa'dan gelenler orayı kendi memleketleri yapmışlar. O zaman dokunmadıkları Gazze ve Batı Şeria da yakında böyle mi olacak? Ya Şam ve Halep? Ya Hatay, Antep, Urfa? "Nil'den Fırat'a Büyük İsrail" hayali gözlerimizin önünde gerçek mi oluyor?

Kaynak:
Wikipedia ve Google Maps


1948 Tehciri
The Pritzker Family National Photography Collection, CC BY 4.0
https://commons.wikimedia.org/w/?curid=112966383


Amerikalı gençleri yeni kurulan İsrail'e 
davet eden 1952 New York Times yazısı

28 Temmuz 2025

Matbaada Sürpriz Sofra

Bir arkadaş Şevket Ağabey ile ilgili yazdıklarımı okumuş, Iddi Amin salatasını merak etmiş, ben de ona yazdım, sizinle de paylaşayım. Idi Amin Dada Oumee, 1971-1979 arasında devlet başkanlığı yapmış olan Ugandalı asker ve diktatördür.

Selam ve sevgiyle,
Sezgin Özaytekin


Ahmet Selçuk⁩ beyfendinin ricası üzerine: 

MATBAA KOKUSU VE AÇLIĞIN GÖLGESİ (!) 

Sultanahmet'in o eski matbaası, Şevket Ağabey'in sürgün dönüşüyle bir nefes almıştı. Köhne duvarlar arasında, dizgi makinelerinin tıkırtısı ve taze mürekkebin keskin kokusu, bize geleceğin haberini fısıldıyordu. Biz gençler, o bilge ama ruhu genç çınarın gölgesinde, hem yardım ediyor hem de hayatın derslerini alıyorduk. Ama karın gurultuları, bazen en coşkulu haber metinlerinden bile daha gür çıkıyordu. 

Şevket Ağabey'in keskin gözleri, bizim o gizli açlığımızı hemen sezdi. "Yahu, bir şeyler yiyelim!" dediğinde, içimizde tuttuğumuz nefes, birden boşaldı. Köfte miydi, kebap mıydı, pide miydi hayallerimiz? Sanki bir ziyafet sofrası kurulacaktı o derme çatma matbaanın ortasına. 

Ama Şevket Ağabey'in zihni, her zaman daha pratik ve daha derin bir yoldan ilerlerdi.

BEKLENMEDİK MALZEMELER VE USTA ELLERİN DOKUNUŞU

Birini taze francala için fırına yolladı, diğerini bakkala: konserve barbunya, domates, salatalık, biber ve yoğurt. Garip bir listeydi. O sırada ben, çaydanlığın fokurdamasına yardımcı olmakla meşguldüm, sanki çayın buharı, matbaanın eski ruhunu ısıtıyordu. Malzemeler toplandığında, matbaanın ortasındaki o eski sehpa, serilen gazete kağıtlarıyla bir anda pırıl pırıl bir mutfak tezgahına dönüştü. Şevket Ağabey, üç yıldızlı bir Michelin şefi edasıyla direktifler yağdırmaya başladı: "Şu büyük kaseyi yıka getir!", "Sebzeleri iyice yıkayın, salatalıkları soyun!", "Tuzu kim bulacak? Kaşık çatalı sudan geçirin." 

Her emir, bir sonraki adımı getiriyor, her birimiz sessizce ama büyük bir özenle işimizi yapıyorduk. Sanki bir orkestranın parçalarıydık, Şevket Ağabey de maestrosuydu.

İDDİ AMİN’İN SÜRPRİZLİ SOFRASI

Sebzeler, adeta bir ressamın fırçasından çıkmış gibi, büyük kasenin içine titizlikle doğrandı. Üzerine yoğurt ve konserve barbunya plakisi döküldü, sonra ustaca karıştırıldı. O an, etrafımızdaki her şey durmuş gibiydi. Dumanı tüten francalaları elimizde parçalamış, nefesimizi tutmuş bekliyorduk. 

O zaman fotoğraf çekmemiştik, Yapay zeka bunu çizdi

Şevket Ağabey'in o bilge sesi yankılandı: "Bu, 'İddi Amin Salatası'dır." 

O sıralar Afrika'da fırtınalar estiren o tuhaf liderin öngörülemezliği, bu salataya ismini vermişti. Bir metafordu bu, tıpkı hayatın kendisi gibi, basit malzemelerle ortaya çıkan beklenmedik bir mucize. "Haydi Bismillah!" dediğinde, İstanbul surlarına atılan serdengeçtiler gibi, elimizdeki ekmeklerle yemeğe daldık. Her lokma, bir zaferin tadı gibiydi.

Damakta Kalan Bir Lezzet, Gönülde Bir Hasret

O yemek, sadece midemi değil, ruhumu da doyurdu. 

Hayatımın en lezzetli anılarından biri olarak hafızama kazındı. Maddi miydi o lezzet, yoksa manevi mi? Belki ikisi birdendi. Sonraki günlerde, bu salatayı evde de yaptım. Annem, babam, eşim, çocuklarım... Hepsi bayıldı. Bazen içine biraz kırmızı soğan attım, bazen biber. 

İsminin komikliği miydi, sıcak francalanın kokusu mu, yoksa Şevket Ağabey'in o sihirli dokunuşu mu, bilemedim. Ama her yaptığımızda, yüzlerde bir gülümseme beliriyordu.


Şimdi pek yapmıyoruz. Belki de Şevket Ağabey'in yokluğunu hatırlatmasın diyedir. Onun o matbaadaki varlığını, o sakin sabahları, gazete kağıdına serilen o sade ama unutulmaz sofrayı... Bazı lezzetler, sadece belirli bir zamanın ve belirli insanların mirasıdır. Tıpkı hayat gibi, tıpkı geçen zaman gibi...

Dr. N. Sezgin Özaytekin Altınoluk 28072025

6 Mayıs 2025

Gözden Pınara

Almula Çamdereli
Amatör sanatçı


Ayn kelimesi ile yeni tanıştım. Bu
kelimenin anlamı hem göz, hem de
su kaynağı ve pınar. Aynı zamanda
Arap Alfabesinin 18. harfi.


Sanata karşı gizli aşkım 11 sene önce açığa çıktı. O sıralar ABD’de bir üniversitenin işletme okulunda yardımcı doçent olarak çalışıyorum. Belki de o zamanki orta yaşın verdiği bir kriz durumuyla, içimde yeni bir evren, toz ve gaz bulutu haline gelmiş, büyük patlamaya hazırlanıyor gibi. Bir sabah kalkınca tatlı krizine girmiş diyabet hastası misalince resim yapma ihtiyacım nüksetti. Bu sevgi ile önceden tecrübe edinmediğim bir sektöre girdim. Bir başka uzak dünyayı öğreneyim diye çıktığım yol aslında ta kendime çıkarmış da haberim yokmuş. Hangi göz, hangi dürbün, hangi teleskop gösterebilirdi bu yolu?

Amatör bir sanatçı olarak dışavurumcu ve soyut tablolar yapıyorum. Resme, Alexandria Torpedo Art Factory’de —alay konusu olur muyum korkusuyla— cesaret toplayarak katıldığım bir dersle başladım. Meğer ders, ileri seviye sanatçılar içinmiş; bu detayı heyecandan es geçmişim. Malzemeleri alıp derse gittim. Hoca, “Haydi başlayın,” dedi. “Nasıl yani, neyle başlayalım?” sorusuna cevabı çok netti: “Fırçanız var, tuvaliniz var, boyalarınız hazır. Alın fırçayı, başlayın.” O an kafama dank etti: Bu derste bize kimse ‘çizmeyi’ öğretmeyecek. Belki de resim yapmayı hiçbir zaman ‘resmi olarak’ öğrenmediğim için tablolarım ya yamuk yumuk ya da soyut.

Bana sanatı özellikle sevdiren malzeme değil, renk değil, tuval değil; sevgili öğretmenim ve işte bu dersteki sanatçı olan arkadaşlarımın bakış açısı ve güzeli görmeye kararlılığı oldu. Benim yaptığım tabloları sevmek için illa da güzeli görmek konusunda çok kararlı olmanız gerekiyor.

Bir gün sevgili hocam tabloma bakarak “Almula neden hemen sonucu görmek istiyorsun” diye sordu. Neden olacak, mühendislikten geliyorum, işletmeciyim, danışmanlık yapıyorum; koltuğumun altında verimlilik, kalite, kârlılık ilkeleriyle geziyorum. Resmi bitirmeye yaklaştıkça, sanki tuval benden uzaklaşıyor. Belki de o beni istemiyor...

Ders gereği dönem sonunda sergilenmesi için en azından bir tabloyu bitirmek ve sergilenebilecek duruma getirmek zorundaydık. Türkiye’yi çok özlediğimi hatırlıyorum. Beynimdeki çocukluk anı defterimden bazen ailecek, bazen de sadece teyzem ve annemle ziyaret ettiğimiz Anadolu Feneri belirdi. Birden gözümün içinde bir göz daha açıldı sanki. İçimdeki göz görünce görmeye başladım. Kulaklarım işitti, ellerim hissetti, boyalar benimle sohbet etmeye başladı. Ehlileşmek isteyen yabani at gibi bekledi tuvalim resim olmayı. 
 
Nasıl oluyor da sürece teslim oldukça resme daha hakim oluyorum çözmek zor... Şöyle uzaktan bakıp da “yahu bu mavi bütünlüğü bozuyor, bu figürün ifadesi içimdekini yansıtmıyor, artık neden istediğim gibi boyayamıyorum” vb. durumlarına çok düşüyorum. Kendimi çaresiz hissettiğimde de bu sancıların ve sıkıntıların aslında eninde sonunda ortaya çıkacak ürünün bir parçası olduğunu aklımda tutturuyor bir şekilde fırça.

Gelelim ayn’ın pınarına. Bitince bir resim, gerçek ödülü bu. O an var ya, bitti diyebilmek, işte o da benim pınardan içtiğim şeker gibi suyun ta kendisi! Bana müsaade, ikinci orta yaşıma erişmeden çıkarılacak ürünler var. En iyisi, gerçek pınardan su içmek nasip olsa hepimize.

18 Kasım 2024

Erkan Türe

1994'de Bilkent lojmanlarında komşu olduk ve yakından tanıştık. Daha sonra Marmara Üniversitesinde ve TÜSSİDE'de ortak bir vizyona hizmet ettik: güneşi hedefledik ve yıldızlara ulaştık. 2005 ortasında Saraybosna Üniversitesinin kurucu rektörü olarak bizden ayrıldı. Bu özveriyi hiç unutmadım, "Bosna'ya milletçe borçluyuz" derdi. İstanbul'a döndüğü zaman kendisini başka bir kurum bekliyordu, Şehir Üniversitesinde eşi bulunmaz bir fakülte kurdu. Sonra bir kere daha Saraybosna... Ömrünü gayretle ve doğrulukla tamamladı. Hakikaten "iyi bilirdik", hem çok iyi olarak bilirdik.
M Akif Eyler

Kurucusu olduğu Saraybosna Üniversitesinin duyurusu

Erkan Hoca deyince aklıma kalite geliyor. Kendisinin Endüstri Mühendisliğindeki Öğretim Üyeliği kaliteyi bir bilim olarak özümseyip yayması bir yana, gerçek hayattaki tüm uygulamalarda işlevselleştirilmesi onu birçok açıdan farklılaştırıyor, öne çıkarıyordu. Kaliteden tavizsiz tavrı, profesyonel iş anlayışı, hiç durmadan ve her şart altındaki çalışkanlığı örnek olacak nadide özelliklerindendi. Allah (CC) rahmet eylesin, sevdiklerinin başı sağolsun, mekanı cennet olsun.
Murat Doğruel


Erkan Türe ile 1987 yılında Yeşilköy havalimanında tanıştık. O da benim gibi, ailesiyle Umman Sultanlığı’nda başlayacağı yeni işine gidiyordu. Orada bir avuç Türk ailenin birbiriyle kaynaştığı güzel bir ortam oluştuysa, bunda Erkan’ın misafirperver ve hoşgörülü yaklaşımının büyük payı vardı.

Erkan bu dünyada iyilik ve güzelliğin gerçekten var olabileceğini bana göstererek benim hayatımı değiştirdi. Onunla bulunduğum ortamlarda hep onu izlerdim. Karşısındaki insana “Sen kıymetlisin,” hissini verir, mutlu olmasını sağlardı. Bütün doğruları kesin bildiğini zanneden ben zamanla, onun sayesinde hoşgörülü oldum.

Torunu küçük Mısra’nın onun kabrine toprak attığını gördüğümde “onun hayatının özeti işte bu,” diye düşündüm. Orada beni bekle, Erkan! Yokluğunu derinden hissedeceğiz. Nur içinde yatasın!
Bekir Karaoğlu




Sabahat Semerci


Değerli bir dost, çok iyi bir bilim insanı, vatanperver, dürüst, vefakar, fedakar ve burada sayamadığım üstün meziyetlere sahip kıymetli Erkan arkadaşımın vefat haberini aldım. Allah bu dünyadaki tüm güzel işlerini ve hizmetlerini mizanına koysun. Kabri pür nur, makamı Cennet, Ruhu şad olsun. Kendisini çok özleyeceğiz. Allah ailesine ve çocuklara sabırlar ihsan etsin.
Nüket Yetiş

Çok sevdiği İstanbul turlarından birinde -- 2024

Güzel insanlar güzel atlara bindiler ve gittiler. Bize ise arkalarından bakmak düştü. İmrenilecek bir hayat yolculuğunu tamamladı kardeşimiz. Tekrar buluşmayı bizlere nasip etsin. [Kur'an hakkında] “Korunmuş Kitap” demesini hiç unutmuyorum. Şimdi kendisi için “Korunmuş Adam” sıfatı ne de güzel yakışıyor. Korunmuş adam “Koruyanına kavuştu” daha ne olsun. Rahmet ve dua ile bir kez daha anıyorum bu güzel adamı…

Erkan Hocamı bir cümle ile anlat desen anlatamam ama şuna eminim. Şefkat ve merhametin, iyiliğin hep sembolü oldu. Her zaman ve durumda o duruşunu değiştirmedi. Sanki bu dünyaya ait değilmiş bir vakur sahibiydi. Şahsen ben hayatım boyunca kendisini hayırla anacağım.
H Murat Mercan


Rahmetli Erkan hocamızı hep güler yüzü, çocuklara olan sevgisi ve merhameti ile hatırlayacağız. Bilkentte komşu olduğumuz bir gün Nihal de dışarıdan eve gelmişti. Füsun ve ben de evlerine uğramıştık. Erkan hoca yemek yiyelim hep beraber dedi. Evlerinde hazırlık yoktu. Biz kalmak istemedik, ısrar etti rahmetli Yusuf Ziya İrbeç hocamızı ve Murat’ı da davet etti. Misafirler tam, yemek yok ortada. Erkan hoca mutfağa girip hepimize tost yaptı, çay ve tostlu akşam yemeğinin tadını hala unutmadık. Her işte bir kolaylık ve pratik çözüm bulurdu. Allah ruhunu incitmesin, biz ondan razıydık.
İnci Mercan

Malabadi Köprüsünde -- 2009

Erkan hocamdan bana yansıyan, hep gülen bir yüz, sevecen bir bakış, insana temas eden bir alaka oldu. Bir de aklımda şu kaldı; bir akşam sohbetinde 40lı yaşlarında akademideki “hoca-akademisyen” çizgisini belirlerken, yayın yaparak hizmet etmenin önüne, insan yetiştirmeyi koymayı daha faydalı bulduğunu söylemişti, halen düşünürüm bunu…
İmre Ö Eren


Ofislerimize kapanıp akademik makale yazıp bilimsel itibarımızı yükseltmek yerine bilgi, enerji ve zamanımızı bize emanet edilen parlak gençlere adayıp iyi insanlar ve iyi mühendisler yetiştirmeye çalıştık. Başarılı olduk. Ben amel defterimde bunlarla Hesap Gününe gitmeyi tercih ettim, hiç pişman değilim.
Erkan Türe


Mezunlarımızdan bir hediye -- Ekim 2024

Çok kıymetli kardeşimiz Erkan Türe ile 1997’de tanıştım, Marmara Ü Endüstri Mühendisliği Bölüm Başkanımız idi. Onunla çalışmak büyük zevk idi. Öyle başlayan dostluğumuz, o ve diğer harika insanlarla birlikte, bugün gururla hatırladığımız işler yapmak talihine erdiğimiz MÜMF, TÜSSİDE, Şehir Üniversitesi yılları ve emeklilik sonrasında da sürdü. Onun akademik liyakatı, üstün ahlakı, menziline girmiş herkese gösterdiği ilgi ve şefkat, çalışkanlığı gibi üstün özelliklerinden bahsetmek gerekir mi, bilmem, hepimizce malum. Öğrencileri gibi bizler de çoğu sıkıntımızda onun rehberliğine başvurduk, başarımız olduysa çoğu defa sevincimizi onunla paylaştık. Hayatına dokunduğu herkesi menzilinde tutmak gibi az bulunur bir özelliği vardı. Onun yokluğunu derinden hissedeceğiz. Nur içinde yatsın. Allah onu rahmeti ile, merhameti ile muamele etsin. Cennetinde yer versin.
Güldal Büyükdamgacı


Vrelo Bosna'da kış -- 2008

Türe Ailesiyle Bilkent'te komşuluk-arkadaşlık münasebetimiz İstanbul'da 30 yıl süren ahbaplığa dönüştü. Erkan kardeşimizin Bosna'daki başarıları ve yetenekli hamleleri onur verici ve takdire layıktır. Yüce Allah, Ahirette de razı olduğu kullarından etsin, sevdikleriyle buluştursun...
Seher Eğler


1992 yılında Bilkent Üniversitesi ekonomi bölümünde doktora çalışmalarıma başlamıştım. 1999 yılına kadar süren bu dönemin hayatımın en güzel dönemlerinden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu süreçin güzelliğinde kendimi içinde bulduğum sosyal çevrenin etkisinin çok büyük olduğunu da rahatlıkla söyleyebilirim. Erkan hocam bu çevrenin en renkli kişilerinden biriydi. Henüz daha iki yıllık evliydim. Erkan hocamın ve Nihal ablamın öyle güzel bir birliktelikleri vardı ki, eşime "biz de böyle olalım" demekten kendimi alamamıştım ve onları bizim için bir rol model olarak görmüştüm. Sonra onlar İstanbul'a taşındılar ama irtibatımız hiçbir zaman kesilmedi. Zaman zaman İstanbul'da zaman zaman da Ankara'da görüşmeye devam ettik. Kızları Reyyan'ın ve bazı aile büyüklerinin Ankara'da yaşıyor olması sık sık Ankara'ya gelmelerini sağlıyordu ve bize de onları görme fırsatını buluyorduk. Halen devam etmekte olan bir seyahatname yazma hayalim çerçevesinde yazdığım denemelerimi okuyup bana yorumlar yapmasına minnettarım. Hocamı anlatmaya elbette ki bir paragraf yetmez ama "mekanın cennet olsun hocam" diyerek bitirmek istiyorum. 
Sıdıka Başçı

Marmara Mühendislik anıları -- 2000

Ürdün'de, Yermuk Üniversitesi, İstatistik Bölümünde Türe Hocamızın Ürdünlü öğrencisiydim. Eğitim dilimiz İngilizceydi. Hocamız, derslerimizde hep güler yüzlüydü, şaka yapardı, şakacıydı ve dindardı. Her derse girdiğinde muhakkak başka bir elbise ile gelirdi. İstatistik formülleri bizde çoktu ve kendisi bize şöyle söylerdi: "Ben bunları ezberlemekte zorlanıyorum". Bunun için bize ezberletmezdi. Sınavlarda kitabımızı açarak formülleri yazardık. Arap hocalar ve öğrenciler, kitap açık sınavı garipsemişlerdi, hiç görmedikleri bir uygulamaydı. Bütün öğrenciler, Türe Hocamı, çok severdik, onun ders saatini sabırsızlıkla beklerdik. Mehmet Nuri Hoca ile birkaç defa evimize davet ettik, annem Şamlıydı, ona Şam yemekleri de yapardı. Babam, kardeşlerim, ailecek onu çok severidik. Ölümüne çok üzüldük. Allah ğani ğani rahmet eylesin, nur içinde yatsın.
Hena GÜLER

Allah, ecrinizi büyütsün ve Rahmetlinin mekanını Cennet eylesin. Güzel insandı güzel hatıralar bıraktı. 1980'nin sonları yıllardaydı, Ürdün'de kendisinde ilahiyat alanında ilk çıkan Prof. Dr. Mehmet Said Hatipoğlu'nun editörlüğündeki İslâmî Araştırmalar Dergisini ilk sayılarından itibaren görünce çok şaşırmış ve çok takdir etmiştim. Yermuk Üniversitesi'nde, Araplar hocalarına "doktor" diyorlardı. Türe de genç doktorlardandı. Üniversite'ye, bir bisiklet almış, onunla gelip gidiyordu. Kampüsün kapısından girerken, bir keresinde güvenlik görevlisi onu durdurmuş, içeriye almamış, o da ben doktorum demiş, görevli, doktorlar bisiklete biner mi, Mersedese binerler demiş, içeri almamada ısrar etmiş, ancak kendisini ispat edince kampüse girebilmiş. Arap öğrenciler de bana bisikletli doktor diye şaşkınlıklarını anlatıyorlardı. Sonunda bir Mersedes aldı. Kendisiyle satranç oynardık tam yenileceği vakit kafasını iki eli arasına alır, oyuna bir süre bakardı, bunun anlamı kurtuluşunuz yok, "mat"sınız demekti. Daha nice niceleri... Bizi terkedişine çok çok üzüldük. Çok iyi müslüman, çok iyi dosttu. Aile ocağımızın kurucusuydu. Sanki aile temelimizin kilit taşı kaydı. Onu, ailecek hep minnet ve hayırla anacağız. Dualarımızdan eksik etmeyeceğiz. Geride bıraktıklarına, Nihal Hanım ve yegenlerimiz gençlere sabır diliyorum. Başları sağolsun...
M Nuri Güler

ODTÜ Hazırlık Okulu -- 1972
Genç Erkan alt sırada en sağda

Erkan hocamı ben hep güler yüzü ve tüm dostları birleştirici kişiliği ile hatırlayacağız. Olaylara pozitif yönden bakması ve her şey için haklı gerekçeleri ortaya koyarak yorumlar yapması arka planında da saf ve temiz bir insan olmasının en güzel örneği idi. Her durumda ortama ayak uydurmakta çok mahirdi. Bazen bizim bahçemizde Ahmet Abi ile mangal yarışına girer, bazen bürokrasideki hantallığı anlatırken aşırı derece ciddileşir, bazen olayların arkasındaki hakikatlerin bizi götüreceği noktalara değinirdi. Korunmuş kitap onun en önemli süzgeci idi. Yapmacık ve sanal çözümlerden hoşlanmazdı. Hepsinden güzel matematiği günlük yaşamda çok rahat bir şekilde kullanırdı. Bu yönleri ile hep hayırla yad edeceğiz. Mekanı cennet olsun.
Ercan Öztemel 


Erkan Hocam,
Haftalık “Cuma Dersleri” arkadaşım,
Her dersi mutlaka bir fıkra ile süsleyen dost,
Hac ve Umre Dostum,
Güzellikleri paylaşımda örnek aldığım insan,
Allah’a idrakle teslim olan Müslüman,
Secdesi gerçek secde olan mümin,
Her nimeti güzelleştiren ve şükrünü idrak ederek yiyen Müslüman,
Eşsiz meyve sularını zevkle ikram eden ev sahibi,
Sorunsuz yol arkadaşım, Gerçek takım arkadaşı,
Hayatı tüm güzellikleri ile şükür içinde yaşadı.
Ömrünün kısa olacağını biliyordu.
O kısa ömrünü bilinçle yaşadı. Örnek oldu.
Rabbim Mekanını Cennet eylesin,
Ben Cennette Erkan Hocama komşu olmak istiyorum.
Bunu bize nasip eyle Allah’ım.
Ali Demir


Linkler